Amerikan emperyalizminin, pardon Amerikan yönetiminin “2” numarası geldi Türkiye’ye.
Hem de alenen, niyetini saklama gereği duymadan.
Geldi, karşılandı, kaldırdı kafasını, şıkladı parmakları, yuvarlak bir masa belirdi.
Bir şıklama daha,
donatıldı masa, millet dışında her şeye vekil olanlarla.
Masanın donatılmasını sağlayan malzemeleri, pardon vekilleri tanıyalım:
AKP’den başlarsak;
Galip Ensarioğlu. “Galiptir bu yolda mağlup“un tam tersi olarak, kendisi düşünsel manada sözde AKP-HDP kapışmasının sabit kazananıdır.
Tepeden tırnağa Kemalist devrim nefreti ile doludur. Söylemleri o kadar yoğundur ki, insan bazen karıştırır, tamam bu adam -pardon vekil-, hangi partinin, hangi örgütünün vekiliydi diye. Ama içindeki zehir zihnine yerleşir.
Orhan Miroğlu.
Kendisi de aynı Galip Ensarioğlu’nda olduğu gibi, AKP ile HDP arasındaki “yaşasın karşıtlıkların, nefretlerin kardeşliği!” kapsamında ıslık çalarak geçmiştir AKP tarafına. Tabi ki olmazsa olmazıdır ulus-devlet karşıtlığı, nefreti.
HDP:
Ayhan Bilgen.
Kendisini uzun uzun tanıtmaya gerek yok, görevini belirtmek yeterli:
“HDP sözcüsü”
Leyla Zana.
Yine “Kürtçülüğü” zihinlere kazınan, fazla anlatıma gerek bırakmayan, fakat “İnanıyorum bu işi Erdoğan çözer” diyerek AKP-HDP arasındaki uyumu, benzerliği ve geçişkenliği gözler önüne seren kişilerden birisi. Önemlisi.
Altan Tan.
Hem ırk esasına dayalı siyaset gütmesi, hem de din esasına dayalı siyaset gütmesi ile muhtemelen yeryüzünde Atatürk’e, Kemalizme en uzak kişi olur kendisi.
CHP‘den Fikri Sağlar.
Mersinliler iyi bilir, dayısı ile beraber şehrin sosyolojik yapısının bozulmasında payı büyüktür. Mersin’de hala çoğu yerde dayı-yeğen kulakları çınlar. Parti önseçimi sırasında delegelere “özeleştiri” verdiği söylenir, hatta bu sayede oy aldığı, ama kesin değil.
Kesin olsa da şu masanın aparatı olmak…
Ayinesi iş değil midir kişinin? Öyledir öyledir.
Veee Sezginnnnnnn,
Tanrıkulu. (Bence sadece onun değil, hatta onun dışında fiyatta anlaşılırsa her şeyin, herkesin olabilir, neyse konumuz bu değil.)
Ondan özellikle en son bahsetmek istedim. Hani masaya yemekler gelir, içlerinde birisi senin için özeldir. diğerlerini yersin önce, onu sona saklarsın, yavaş yavaş yersin tadını çıkarmak için, hemen bitmesin diye.
Kendisi CHP’ye gelmeden önce “devletin kodlarını sadece CHP çözer” demiş, sonrasında da gökyüzünden –zeplinle de değil– zembille indirilmiştir partinin merkezine.
Çünkü emperyalizmin klasik taktiğidir, kurana yıktırmak. İçeriden işgal ettirmek.
Wikileaks belgelerinde saçılmıştı ortaya yazışmaları. Güneydoğu’da ABD’nin itibarının zedelenmesinden duyduğu kaygıları belirtmişti Amerikan yetkililere, “Gölge CIA” olarak bilenen Stratfor’un TR-705 numaralı ajanı, pardon adamı, çok pardon, çalışanıdır kendisi.
(Bununla ilgili bir yalanlama yapmadı.)
(Görseldeki haline bakınca sormadan edemedim: Topuk selamı da verdin mi Sezgin?)
Manzara net.
Tüm sistem partilerinin özellikle “Kürtçülük” konusundaki mimlileri, öncüleri çağrılmış. Coşku o kadar büyük ki, gazeteci görünümlü bir Cüneyt, “Ya gördünüz müüüü, bana Cüneyt dedi yaa, inanmıyorum yaaaa <3” diye çığlıklarını sosyal ağ dağlarında yankılatmış, ağdaki balıklar da fav‘lamış.
Tam bir “Amerikan tipi demokrasi şöleni”, masada da “the süreç”in ikinci yarısına başlanmalı artık demiş Çok bilen, pardon Biden, m-illetvekilleri de yerken yemeklerini yutmuşlar pek tabi, sallamışlar başlarını (Köpeklikle ne alakası var arkadaşım! Ağzın doluyken konuşmamak, mimiklerle kendini ifade etmek modernliğin şanındandır. Evet, Altan Tan da dahil).
Birisi gelmiş, ülkemizin içişlerine sokulacak “burun” sıfatıyla. Çağrılanlar atlamış, masaya ülkenin mahremi yatırılmış.
Yatırılmış, yatırılmış da hayırdır?
Güldük, eğlendik ama bir yere kadar.
Bu kare, ülke siyasetinin nereden yönetildiğinin kanıtıdır.
Ülkenin ömrünün hangi masalarda kimler tarafından belirlendiğinin ilanıdır.
Ve bu görüşme, bu fotoğraf, özellikle de CHP seçmenine mesajdır:
Senin desteklediğin, fakat bilinçli olarak yalıtıldığın, eleştirmeye kalktığın anda “AKP’nin ekmeğine yağ mı süreceksin” küreğiyle çalpalandığın için sadece destekleyebildiğin partin, kurucu değerlerine ihanet içinde. Ve sen, o kadar “etkisiz”, hatta olanlara tepkisizliğinle “yutan” elamansın ki, senin nefret ettiğin adam, senin partinin genel başkan yardımcısı sıfatıyla o masaya oturtulmakta.
Ve senden artık saklama gereği bile duyulmamakta.
Çünkü sen o kişinin partinde o noktaya getirtilmesine bile ses çıkarmadın!
***
Bu, ihanetin resmidir.
İşgalin resmidir.
Ve bu resmin renkleri, seçmenlerden, seçemeyenlerden, seçtiğini sananlardan beslenmektedir.
Bu sürecin tüm sessizleri ihanetin ortaklarıdır.
Ulu Önder‘in dediği gibi:
“Eğer bu Millet , bu memleket parçalanacak olursa genel şerefsizliğin enkazı altında şunun bunun şahsi şerefi de parça parça olur.
Biz o genel şerefi kurtarabilmek için harekete geçen millete ruhumuzla katıldık. Katılmamıza mani olabilecek şahsi rütbeleri , mevkileri de genel şerefi kurtarmaya yönelik bir gaye uğrunda feda ettik…
Bunu anlamayıp da, milleti hala kendi kafalarının keyfine göre idare etmeye kalkışan kuvvetler artık birer beladır.
Bela çekmeye de Bu milletin artık tahammülü kalmamıştır.”
Tarihe, parçalanan ülkenin enkazı altında şahsi şerefini kaybederek şerefsizleşmiş yurttaşları olarak geçmeyin, bunun vebali ağırdır, aynadan kaçsanız çocuğunuza, torununuza anlatamazsınız!
İş işten geçiyor, artık farkına varın, bizim artık gerçekten tahammülümüz kalmadı.
Biz Mustafa Kemal olma taraftarıyız.
Fakat bunun dışında bu kadar yoğun Ali Kemal olma isteği, er ya da geç Sakallı Nurettinler ve onun etrafında toplanan öfkeli kalabalıklar yaratır. Sonrasını, olan biteni de yine Nazım gibi birileri yazar, anlatır.
Yapmayın!
Bu topraklar ihaneti er ya da geç kusar.
Ve kalbi ülkesi için çarpanlar, n’olur artık anlayın:
“Biz siyasi partilere değil, milli birliğe muhtacız.”
ÇAĞDAŞ BAYRAKTAR
23 OCAK 2O16
Yorum Ekle