Bugün, 1922 yılının kutlu “1 Kasım”ının yıl dönümü. O gün; vatanı İtilaf devletlerine gönül rahatlığı ile peşkeş çeken, Batı Anadolu’yu zulmü ile unutulmayacak acılara boğan Yunan’ın bu topraklara kendi(halife, padişah) izni ile geldiğini haykıran, hainleşmiş saltanatın resmen son bulduğu gün.
Milli egemenliğin boğazındaki saltanat zincirini kırdığı ve ulus-devletin temellerinin atıldığı gün.
O günün ayrıntısına girecek olursak, saltanatın kaldırılması önerisini tartışan Meclis Karma Komisyonu’na hilafetçi ve saltanatçı düşüncenin ağırlığını koymuş olduğunu görürüz.
2 yıl boyunca süren yoğun ve ağır savaşlardan, milleti yine milletin kendisinin kurtardığı gerçeğini hiçe sayan sorumsuz tartışmalar uzar gider.
Milli egemenliğin getirdiği kesin zaferi, sahibi olan millet dışında, dolaylı yollardan başka güçlere de mâl etmeye çalışan vekillere şu şekilde seslenir Meclis Başkanı Gazi Paşa:
“Egemenlik ve saltanat hiç kimse tarafından hiç kimseye, ilim icabıdır diye; görüşme ile, münakaşa ile verilmez. Egemenlik, saltanat kuvvetle, kudretle ve zorla alınır. Osmanoğulları, zorla Türk milletinin egemenlik ve saltanatına el koymuşlardı; bu musallat olmalarını altı asırdan beri devam ettirmişlerdi. Şimdi de, Türk Milleti bu mütecavizlerin hadlerini ihtar ederek, egemenlik ve saltanatını, isyan ederek kendi eline açıkça almış bulunuyor. Bu bir olupbittidir. Söz konusu olan; millete saltanatını, egemenliğini bırakacak mıyız, bırakmayacak mıyız meselesi değildir. Mesele zaten olupbitti haline gelmiş bir hakikati ifadeden ibarettir. Bu, mutlaka olacaktır. Burada toplananlar, Meclis ve herkes meseleyi tabiî görürse, fikrimce uygun olur. Aksi takdirde, yine gerçek gerektiği şekilde ifade olunacaktır. Fakat, ihtimal bazı kafalar kesilecektir.” [1]
Milli egemenliğin; karşısındaki zincirleri eritip, taç ve tahtları yakıp yok eden nurunu sert bir şekilde ifade eden Ulu Gazi’nin bu sözlerinin ardından, Ankara milletvekillerinden Hacı Mustafa Efendi şunları der:
“Bağışlayınız efendim; biz sorunu başka bakımdan ele almıştık; açıklamalarınızdan aydınlandık.” [2]
Saltanatçı, temelsiz ve gerici düşünceleri bir anda korkularına yenik düşmüş ve yasa tasarısı meclisin açık oylamasına gönderilmesi üzerine kabul edilmişti. Meclisin ikinci oturumunda ise bu gerçek gür bir sesle bir kez daha ifade edildi. 600 yıllık saltanat son bulmuş; milli uyanış ve zaferin sahipleri, yani milletin milli temsilcileri egemenliğin halka ait olduğunu haykırmışlardı.
17 Kasım’da, saltanat sahibi olduğu ileri sürülen hain Vahdettin, hayranı olduğu İngilizlerin bir zırhlısı ile ülkeden kaçmıştı. Saltanat fikrinin çürüklüğünü kanıtlayacak her bir çarpıcı olay devrimler sürecinin bütün aşamalarında karşımıza çıkacaktı, iki yıl sonraki halifelik tartışmalarında görüldüğü gibi.
Bugünden o güne tekrardan bakıyoruz. Milli egemenlik fikrinin bu can alıcı kırılma noktasını adım adım okuyor, kazanımımızın büyüklüğü karşısında kendimizi çaresiz hissetmiyoruz.
Görüyoruz ki; saltanatı ve saltanatçı fikirleri dize getirenler, milli egemenliği özümsemiş, tam bağımsızlıkçı olan milli unsurların tümü.
1 Kasım 1922, uzun bir mücadelenin “sonucu” idi.
Oysa bugün, bu yılın 1 Kasım’ından, saltanatçı fikirleri yok edebilmek adına bir “neden” aranıyor. Kimi kesimler tarafından saltanatçı fikirlerle mücadele bir güne, bir oy kullanma anı’na indirgeniyor.
1 Kasım 1922’nin uzun ve zorlu bir mücadelenin sonucu olduğunu görenler, bir “oy kullanma günü”nden “kurtuluş günü” aramazlar. Çünkü bilirler ki dayatılan güçlü adaylar milli değildir. Milli temsilcilerin olmadığı bir meclis de milli değildir. Milli olmayan bir meclis saltanat düşmanı olamaz. Saray yıkıp, milli egemenliği esas alamaz.
Bu gerçeklerin ağırlığı karşısında kafamızı kuma gömmüyoruz,
gömmeyeceğiz.
Mücadeleye devam!
ÇAĞATAY UNCU
31 EKİM 2015
DİPÇE:
[1] Nutuk(inkilap yayınları), sy. 548
[2] Nutuk, sy. 549″

Yorum ekle