Ezgiler vardır; insanları neşelendirir.
Eğlendirir.
Yaşama sevinci katar.
“Anı” yaşarsınız.
Ezgiler vardır… Duyduğunuz anda ürperti gelir.
İç burkar.
Hüzünlendirir.
Yaşamı sorgulatır.
Yaşama “direnci” sağlar, intikam duygularını kabartır insanın.
24 Ocak’ın Pazar’a denk geldiği bir gün daha geride kaldı. Uğur Mumcu, dün katledilmiş gibi. Sanki bugün 24 Ocak 1993. Sanki aradan hiç 23 yıl geçmemiş…
Ezgide;
“zemheri ayazıydı” diyor…
“Zalımlar pusudaydı
Bedenim paramparça
Ucuz can pazarıydı
Kalemim düştü kana”
…
O bitiyor diğeri “bugün efkarlıyım, açmasın güller…” diyor. Devam ediyor;
“Ne bir haram yedi
Ne cana kıydı
Ekmek kadar temiz
Su gibi aydın…”
Bu 24 Ocakta da yeniden içimizi burktu, yaşamı sorgulattı, yaşama direncimize katkı sağladı ezgiler. İntikamımızı alacağımız silahlara, kalemlerimize sarıldık ayrıca. Uğur Mumcu’yu, #BenimİçinUğurMumcu etiketiyle, en saf ve samimi duygularımızla döktük bembeyaz sayfalara.
*
Benim Uğur Mumcu ile tanışmam, çok küçük yaşta, katledilişinin dördüncü yılında bir ana haber bülteni sayesinde oldu. Yine arka planda çalan ezgiler eşliğinde, Uğur Mumcu’nun fotoğrafları dönüyordu ekranda.
Çok daha sonra, lise çağlarımda, bağlı bulunduğum siyasi görüşün oksijensiz havasında karşıma çıktı Uğur Mumcu. “Komünist” diyorlardı ona, “vatan haini”, “moskof”… İyi de “Neden?” diye sormak gerekmiyor muydu? “Neden Mumcu hakkında böyle düşünüyorlardı?” Soramazdınız, çünkü sustururlardı. Verecekleri cevapları dahi yoktu, çünkü çoğu okumamıştı… Haliyle o dönem Uğur Mumcu, “okunmamalı” damgası yiyenlerden biriydi benim için.
Ta ki muhabirliğe başladığım haber dergisinin ofisinde gördüğüm “Milliyetçilik A.Ş” kitabıyla haşır neşir olana kadar. Birkaç yıl öncesine kadar taban tabana zıt seyrediyordu dünya görüşüm. Ama artık öyle değildi, öyle olduğu halde, Uğur Mumcu okumak gelmemişti aklıma.
Ama artık “okumalı”ydım. Okumalı ve “anlamalı”.
İyi ki de okumuşum. İyi ki de anlamışım.
Okumak ve anlamak yetmiyor artık. Anlatmak da sonraki görev.
“Milliyetçilik A.Ş” kitabıyla ilgili kendimi görevlendirmiştim. Milliyetçiliği şu cümlelerden yola çıkarak anlamalı, anlatmalıydım:
“Milliyetçiliği ve Atatürkçülüğü sömürdükleri yetmedi, şimdi de ‘bayrak edebiyatı’na başladılar. Sanki Türk bayrağı bu efendilerin tapulu mallarıdır!… Hangi onurlu kavgada Türk bayrağını yüce doruklara çektiler?… Kurtuluş Savaşı’nda Mustafa Kemal’in dalgalandırdığı Türk bayrağına, siyaset sahnesine çok yıldızlı Amerikan bayrağı önünde Johnson ile kol kola çektirdiği fotoğraflar dağıtarak fırlayan Demirel mi sahip çıkacak?! Sen bayrağını, Türkiye’deki Amerikan üslerine çekebiliyor musun; ondan haber ver!”
O dönemde Demirel’in “bayrak ticareti”, 90’larda ve günümüzde kendilerine “milliyetçi” diyenlerin, 2000’lerde ise siyasi iktidarın elinde. Milliyetçilik, sığ sloganlarla, “bayrak ticareti” ile, insanların manevi duygularını sömürerek savunulacak bir şey değildir.
#BenimİçinUğurMumcu, milliyetçiliği en doğru anlayan, anlatan bunun dışında ülkesi, devleti ve ulusu için yılmadan, korkmadan, bıkmadan ve usanmadan mücadele eden Kemalist bir aydındı…
Meşalesi bizde…
Onu anlayacağız.
Onu anlatacağız.
Fikirlerini yaşatacağız, izinde yürüyeceğiz.
Son olarak günümüze ışık tutan şu cümleleriyle yazımı sonlandırmak istiyorum:
“Ey ülkenin namuslu aydınları, gençleri, işçileri, köylüleri, her sınıftan, her meslekten, her düşünceden yurttaşları, elele, kolkola ve omuzomuza gelin saflarınızı sıklaştırın…
Ülkemizi yeraltından işgal eden çetelere karşı, tıpkı Kuvay-i Milliye günlerinde olduğu gibi, tek bir yürek, tek bir nefes ve tek bir yumruk gibi olalım…
Yeneceğiz, bu karanlıkları, bu tutsaklıkları yeneceğiz, çevremizdeki bu kanlı zincirleri söküp atacağız, diz çökmeyeceğiz, yenilmeyeceğiz…”
Uğur Mumcu, Tüfek İcad Oldu, İşgal syf.112
Mehmet AMAN
25 OCAK 2016
Yorum Ekle