İngiltere’nin AB referandumundan çıkan “Hayır” sonucu ile birlikte çok çeşitli tartışmalar gündeme gelmeye başladı. İlk yapılan değerlendirmeleri kabaca özetleyecek olursak şöyle bir görüntü ortaya çıkıyor: Muhafazakar eğilimleri ağır olan kitleler ciddi bir zafer kazandılar, yükselen milliyetçilik tescillenmiş oldu ve bu durum göçmenlerin durumunu önümüzdeki dönemde zora sokacak. Bir de AB’nin geleceği açısından hiç de parlak bir tablo yok.
Bu referandum AB’nin geleceğinin sorgulanması açısından oldukça önemli bir ipucu veriyor ki bu doğru. Ama bundan önce yapılması gereken şey AB’nin geleceğinden ziyade AB’nin niteliğinin baştan itibaren gözden geçirilmesidir. Böyle bir gözden geçirmeyi yaparken AB’nin kısa adı ODGP (Ortak Dış ve Güvenlik Politikası) olan ve AB’nin kuruluş temellerinden biri olan politikaları gözden geçirmek dahi yeterli olacaktır. Irak’tan Afganistan’a ve Suriye’ye kadar çok sayıdaki uluslararası kriz sürecinde ortak karar geliştirmekte oldukça zorlanan AB’nin, üye ülkelerin ulusal çıkarları arasına sıkışıp kaldığını görmek pek de zor olmayacaktır. Öte yandan enerji arz güvenliğini sağlamaya çalışan AB ülkelerinin bu konuda oldukça farklı alternatifler geliştirmesi ve enerji kaynaklarının sağlanması gibi kritik bir ekonomi başlığı altında çok farklı stratejiler geliştirilmesi de durumun daha da netleşmesini sağlayacaktır. AB’nin üyelik sürecinde olan daha doğrusu uluslararası platformda daha düşük profilli ülkelere karşı uyguladığı politik baskının gösterdiği homojen niteliğe çok fazla kafa yormamak gerekir. Üye ülkelerin kendi çıkarlarına dokunan çok sayıda politik ve ekonomik kriz AB’nin ne denli birlik olduğunun sorgulanmasına sebep olmaktadır. AB’nin geleceği bu koşullar göz önüne alındığında çok çeşitli gelecek öngörüsü geliştirmek mümkün olacaktır.
Burada asıl konuşulması gereken husus bu tartışmaların içinde kendisine gizli saklı yer bulan “ulusal çıkar” meselesidir. En son söyleyeceğimizi baştan söyleyelim: “Ulusal çıkar” kavramı emperyalist olan ve emperyalizme maruz kalan ülkeler açısından farklılıklar gösterir. Bunu neden söyleme gereği hissediyoruz? Çünkü süregelen tartışmalar içinde konunun “AB karşıtları kazandı” manşeti üzerinden pejoratif (aşağılayıcı) bir anlam çıkarma çabası olduğunun görmezden gelinmesi mümkün değildir.
Avrupa’da “sağ”ın yükselişi son dönemin en önemli gerçeklerinden birisidir. Yalnızca belli bölgelerde değil Avrupa’nın genelinde aşırı milliyetçi ve muhafazakar siyasetin etkisinin giderek arttığını söylemek mümkündür. Refah düzeyi en yüksek İskandinav ülkelerinde dahi aşırı milliyetçi partilerin yükselişine geçtiğini düşündüğümüzde ciddi bir problemle karşı karşıya kalındığını söylemek mümkün olacaktır.
Avrupa’da yükselen “sağ” siyasetin yaşanan ekonomik krizle paralel olduğuna yönelik çeşitli değerlendirmeler yapılmaktadır. Almanya’da Hitler iktidarı vb. tarihsel örnekler ekonomik kriz ile aşırı milliyetçiliğin yükselişi arasındaki bağlantının kurulması açısından önemli örneklerdir. Bu bağlamda bugünün ekonomik kriz ortamında da gözler hemen “öteki” olana ya da “göçmen” olana çevrilmektedir. Ekonomik sorunlar ile birlikte küçülen pastadan alınan payın azalmaması için bölüşenlerin sayısının azalması gerekmektedir ki bu da o ülkenin asli unsuru olarak kabul edilmeyen ve ikinci sınıf vatandaş muamelesi gören insanlara karşı politik bir baskının oluşmasına da zemin hazırlar. İngiltere de bu dalganın kendisine kadar ulaşmasını engelleyememiştir. Eskiden köle olarak çalıştırdığı insanları bugün ucuz işgücü olarak istihdam eden emperyalist ülkeler, “göçmen” statüsü altında fiilen eşitsizliği körükleyerek bu insanların eşit vatandaş statüsüne sahip olmasını engellemiştir. Ucuz işgücü üzerinden alınan dış göçlerin süreç içinde nüfus oranlarında yarattığı dengesizlik “biz” ve “öteki” kavramı üzerinden bölünmenin de fitilini ateşlemiştir. Emperyalizmin kendi yarattığı bu sorunu çözme yöntemi de kendine yakışacak şekilde “öteki”nin ülkeyi terk etmeye kadar varacak şekilde politik ve ekonomik imkanlardan yararlanmasının engellenmeye çalışılmasıdır.
Bu da emperyalist ülkeler açısından “ulusal çıkar” meselesinin gündeme gelmesine sebep olmaktadır. “Ulusal çıkar” kavramı Türkiye’de daha çok Kemalistlerin dış politika ilkelerine vurgu yapıyor gibi görünse de dünya politikasına yön veren emperyalist ülkeler ile yönü dışardan belirlenen ülkelerin ulusal çıkar kavramları birbirinden oldukça önemli farklılıklar göstermektedir. “Ulusal çıkar” meselesi üzerinden bir değerlendirme yapmanın sebebini açıklamak gerekirse bunu ekranlarda her gün görmek zorunda olduğumuz kerameti kendinden menkul kalemşörlerin yapması muhtemel eleştirilere şimdiden cevap verebilmektir. Dönüp dolaşıp mesele “ulusal çıkar” kavramına geldiği zaman kalemşörler “AB karşıtlığı kazandı” üzerinden Kemalistlere laf çarpmak için zemin arayacak, Avrupa’da yükselen zenofobi (yabancı düşmanlığı) ile Türkiye’deki durumu eşitleyerek hepsini tek potada eritmek isteyecektir. Aynı zamanda AB’nin dağılmasında milliyetçiliğin etkili olabileceği yorumları üzerinden birlik olarak kalmanın demokrasiyi kurtaracağı, bölünmenin çatışmaları artıracağı öngörüsü ile kamuoyu kaosa(!) karşı uyarılmak istenecektir. Milliyetçilik tamamen içeriksiz bir kılıfa sokulup üstüne rahmet okutulacak, emperyalizmin saldırgan, yabancı düşmanı hatta ırkçı milliyetçiliği Türkiye’nin ulusal bütünlüğünü emperyalizme karşı savunma arzusu üzerine yükselen milliyetçilik aynı mezara gömülecektir.
“Ulusal çıkar” güncel siyasetin gözardı edemeyeceği bir realitedir. Ancak yukarıda da belirttiğimiz üzere bu realitenin tek tip bir yansıması olduğunu söylemek mümkün değildir. Ülkelerin kendi devletlerinin merkezinde karar alması ve faaliyet göstermesi, yaşanan kriz ortamlarında kurulan birliklerin ya da imzalanan anlaşmaların görmezden gelinmesi devletin ulusal çıkarlarına hala ne kadar önem verdiğini göstermektedir. Ancak, emperyalist devletler ulusal çıkarlarını, hegemonya alanlarını genişletmek için kullanırken, emperyalizmin zayıflatmaya ve/veya yok etmeye çalıştığı devletler açısından ulusal çıkar önemli bir savunma mekanizmasıdır. Emperyalizmin “ulusal çıkar” algısı eşitsizliği ve saldırganlığı beslerken, emperyalizme maruz kalan devletlerin “ulusal çıkar” algısı anti-emperyalisttir. Saldırgan olmadığı gibi benzer durumdaki ülkelerle dayanışma ağı inşa etmeye meyillidir. (Bkz. Sadabad Paktı)
Bu sebeple AB’nin ırkçı, saldırgan ve “öteki” düşmanı refleksleri üzerinden gelişen olaylar Türkiye’de AB’ye bakış meselesini uzaktan yakından ilgilendirmez. Çünkü kulvarlar farklıdır. Türkiye’de AB üyeliğine olumsuz yanıt veren siyasal algının Avrupa ölçeğindeki tepkiyle eş tutulması bilimsel bir analiz değil yalnızca basit bir akıl tutulması olacaktır.
Dr. Ömer ATAGENÇ
Kırklareli Üniversitesi İİBF Uluslararası İlişkiler Bölümü Araştırma Görevlisi
Yorum Ekle