“Muhafazakarlık” kavramı Batı demokrasilerinden bize tercüme edilmiş bir kavram; bu kavram siyasette, ahlak ve din alanlarında alışılmış kurallara ve toplumun geleneksel değerlerine daha fazla özen gösterilmesi anlamlarını da içeriyor. Bizdeki muhafazakar terminoloji, kendi değerlerinin farkında olan ama başkalarının değerlerine de saygı gösteren bir yönde evrimleşmek yerine, totaliter bir toplum yapısının temelini oluşturmak yolunda gerilemektedir. Muhafazakar sanat, böyle bir bakış açısının ürünüdür.
Yönetimde bulunan iktidar bugün, her fırsatta “muhafazakar bir parti” olduğunu dile getiriyor ve bu muhafazakarlık, İslam’ın öngördüğü ahlak anlayışı çerçevesinde şekilleniyor. Sanatın bütün disiplinleri, ülkemizde bu dini ahlak anlayışı ile yeniden kodlanıyor. Kültürel değerlerimizi, örf ve adetlerimizi savunmak adı altında, dinsel ve geleneksel değerler dayatılmaya çalışılıyor.
Geleneksel dünyada ahlak, sanat ve bilimler hikmet şemsiyesi adı altında birbiriyle dayanışma halindeydi. Modernite, bu üç alanı birbirinden ayırıp bağımsızlaştırdı. Habermas’ın “modernliğin kültürel ayrışması” dediği bu süreç, ahlak, estetik ve bilimin kendi alanları dışında hiçbir kıstasa bağlı olmaksızın hür biçimde ilerlemesini öngörüyor. Modern dünyada sanat artık hiçbir ahlaki kayıt ve sınır tanımamakta, hatta kendi geçmişini ve sınırlarını da inkar ve ihlal etmektedir.(1)
Dünyada gelişmiş ülkeler bu anlayışla ilerlerken, biz, “gelişmekte olan bir ülke” olmamıza rağmen, birçok alanda olduğu gibi sanat alanında da muhafazakarlık ya da ahlaklı olmak adı altında geriye gidiyoruz.
AKP’nin sanatla hep sorunu oldu. AKP’nin sanatla sorunu, sanat anlayışı, yöntem, yorum ve estetikten değil, sanat olgusuna uzak olmaktan kaynaklanmakta.(2)
Eğer sanata muhafazakarlığı karıştırırsanız, bir kadın heykelinde ya da bale sanatında estetiği ve sanatsal ifadeden ziyade çıplaklığı görürsünüz. AKP iktidarı da “ahlak” adı altındaki baskılanmanın dışa vurumu olarak sanata pornografi çerçevesinden bakmaktadır. Dolayısıyla resmin, sinemanın, heykelin, tiyatronun, edebiyatın estetik olarak işlediği üremeyi, aşkı, cinselliği tahrik unsuru olarak sayıyor. İnsanlık anıtına ya da başka eserlere ucube demeleri, sanatsal kaygılarından değil, bu yozlaşmış anlayıştan ötürüdür.
Bu zihniyet doğrultusunda, Devlet Tiyatroları’nın yeni sezonunda Çehov, Brecht, Dario Fo ve Shakespare dahil olmak üzere yabancı oyunların sergilenmeyeceği açıklanmıştı. Füsun Demirel’in, Nobel ödüllü Dario Fo ve Franca Rame’nin oyunu, “Seks? Eh hayır demem!”den uyarladığı “Aşk Dersleri” geçtiğimiz Mayıs ayında İskenderun Kaymakamlığının emriyle polis tarafından kayda alınmıştı. (Bu olay Füsun Demirel’in ayrılıkçı siyasi tutumundan bağımsız olarak yalnızca hükümetin sanata olan genel bakış açısını örneklemek için yazılmıştır.)(3)
“Sanatınızı yapın ama bizim ahlak kurallarımıza uygun olsun” diyorlar. Ahlak kurallarınıza uygun olur ama sanat olmaz. Sanat doğal olarak vardır; yapma, zorlama sanat olmaz.
Eğer sanata bir sınır çizerseniz, ilerlemesini engellemiş olursunuz. Bunun da nihai sonucu, yeniliklere kapalı olup sürekli kendini tekrar etme ve taklitçiliktir. Eğer önüne geçilmezse Atatürk’ün çok zor şartlar altında var etmeye çalıştığı, temelini attığı Modern Türk Sanatı’nın sonu bu olur…
Miray Ilgaz ALGAN
13 Eylül 2016
Yorum Ekle