21 Ekim 2017.
Ahmet Taner Kışlalı’nın hain bir saldırı sonucu aramızdan ayrılışının yıl dönümü.
Bu özel günle ilgili duygusal bir şeyler yazmak geldi en başta içimden. Yakın çevrem Kışlalı hakkındaki hassasiyetimi bilir, onu bir değil 365 gün andığımı, anmaktan kastımın da anlamak, anlatmak, böylece onu yaşatmak olduğunu da.
Fakat bu, bireysel tatminden öte bir anlam ifade etmeyecekti. Bu tarz anmaları da zaten geçmişte yaptık, yapmaya devam edenler de var…
Kışlalı’yı biraz tanıyanlar, onun yaşam tarzıyla tam bir centilmen fakat düşüncelerini savunma konusunda da tam bir militan olduğunu bilirler.
O yüzden onun ölüm yıl dönümünde ona yakışacak olan, aynı onun yaptığı gibi yazmak, birilerinin düşünsel konforunu bozmak, rahatsız etmek.
Başlayalım…
Elimizde silah değil de kalem olduğu için sıka sıka değil, sora sora ilerleyerek…
***
“Kemalizm geçmişin bekçiliği değil geleceğin öncülüğü” imiş.
Niye?
Çünkü bugün Ahmet Taner Kışlalı’nın ölüm yıl dönümü ve bu söz, sosyal medyada bugün en çok dolaşan sözü. Ondan ötürü.
Bu paylaşımı yapanların azımsanmayacak bir kısmı, “Ulan yılın diğer günlerinde yapmıyoruz bari ölüm yıl dönümünde açıp yazılarına bakalım, kitaplarını kurcalayalım.” demekten aciz.
O yüzden önüne konulan çuvala kafasını daldırıp doymaya çalışan attan farksız.
Çünkü eğer okuyor olsalardı, Kışlalı’yı bir figür olarak değil de “teorisyen”, “ideolog” olarak görselerdi, örneğin “Hangi Yaşar Kemal” yazısını okuyup Yaşar Kemal güzellemeye aynı şekilde devam etmezlerdi.
Hem “milliyetçiliğe/ulusçuluğa” öcü gibi bakıp hem de Kışlalı anmaya kalkmazlardı.
Hem Kışlalı’nın “Em Ef Ööö” yazısını bilip yazıdaki,
“Radyo, TV, dergi adlarımız Amerikanca.
Telefonla canlı yayına katılanlar, kapatırken iç gıcıklayıcı bir “Ba baaay” çekiyorlar.
Sunucuların ağzından ise zaten “stikır… singıl…” mıngıl hiç eksik değil.
Sanırsınız ki… izleyiciler artık, hangi TV’de hangi radyoda daha iyi program var diye bakmıyorlar. Hangi TV’nin ya da radyonun adı daha Amerikanca ise onu izliyorlar.
Hatta okudukları dergiyi bile ismine göre seçiyorlar (!).
Böylesi daha havalı.
– Şekerim bizim Fifi o kadar “banal”laştı ki hâlâ Radyo Anadolu dinliyor, Kanal D’yi izliyor… Oysa ben Pavır Ef Em ve Kepıtıl dinliyorum, Star ve Şov Tv izliyorum…
Zavallı Fifi!
Türkçe ismi olanların sadece “izlenme oranları” yüksek. Oysa ötekilerde “bir reyting” var ki dehşet!
En çok da telefonu kapatırken “Ba baaay” diyenlere bayılıyorum. Belli ki “Hoşçakal” derlerse “avam” olup çıkacaklar.
(…)
Artık Amerikanca sözcükleri Türkçe sözcüklerin yerine geçirmekle yetinmiyoruz…
Kendi özel isimlerimizi de Amerikanca okuyoruz.
Hepsi iyi güzel de bir tek şeyi anlayamıyorum.
Amerika’yı gıdım gıdım buraya taşımaya çalışacaklarına…
Acaba kendileri Amerika’ya gidip yaşasalar daha kolay olmaz mı?
* * *
Adam “aşağılık duygusu”ndan yakınıyormuş.
Ruh doktoruna gitmiş.
Doktor uzun uzun sorular sormuş…
Ve sonunda noktayı koymuş:
– Sizde aşağılık duygusu filan yok!.. Siz kendiniz aşağılardasınız.” bölümlerini okuyup
hem de Türkçeye ikinci sınıf dil muamelesi yapanlardan olarak kendilerini o yazının hedefine gönüllü olarak koymazlardı.
Yine aynı şekilde hem “Balo Maskesiz Olsun!” yazısını okuyup yazıdaki,
“Ben, inandıklarını açıkça savunanlara hep saygı duymuşumdur… O düşüncelere karşı olsam bile!
Ama o yürekliliği gösteremeyip de bunu sinsice yapmaya çalışanlara… oraya buraya “bit yeniği” sokuşturanlara… hep tiksinerek bakmışımdır.
Bunu hep zayıf bir kişiliğin, zavallı bir ruh halinin yansıması olarak görmüşümdür.
Oyun maskesiz oynanmalıdır!
Çirkinlikleri gizleyen maskelerin indirilmesini de tüm “gerçek aydınlar” görev saymalıdır!
Ve de Pamuk adlı yazarı, isteyen okumalı, isteyen sevmelidir… Ama ne olduğunu, kim olduğunu bilerek!.. Maskenin arkasındaki gerçek yüzü görerek!…”
kısmının bugün Can Dündar gibi kişilere sözde “gazeteci olduğu için” sahip çıktıklarını ifade eden bu kişileri de aynı “çağrıya” dahil ettiğini görür, ya Kışlalı’yı anmaya utanırlardı ya da baloya maskeli devam etmeye…
***
Hele de CHP’de olan bitene susan CHP seçmeni, ne yüzle Kışlalı’yı anabiliyor, ona sahip çıkabiliyor?
Daha anlaşılır olması için şu soruyu biraz daha açarak soralım:
Hele de CHP’de olan bitene susan CHP seçmeni, ne yüzle,
CHP’nin bundan daha iyi dönemlerindeyken bile “Kim ki CHP Kemalizmden uzaklaşmadı diyorsa ya kendini aldatıyor ya da toplumu aptal yerine koyuyor demektir!” diyen,
“CHP’nin niçin bu duruma düştüğü belli!
Bir…
CHP değişmedi, başkalaştı… CHP olmaktan çıktı… Kimliğini yitirdi.
İki…
Hizipçilik yapıyı bozdu… Emekçi ve aydın kesimlerle bağlantı koptu… Sivil toplum örgütlerinden soyutlandı.
Üç…
Kötü yönetildi… Büyük yanlışlar yapıldı… Yönetim toplumda güvenilirliğini yitirdi.
(…)
CHP’yi kurtarmanın yolu, yukarıdaki süreci tersine çevirmekten geçiyor.
(…)
Kurultay delegeleri CHP’nin yeni genel başkanını seçerken, adaylara iki soru sormalılar:
– Açıktan, eveleyip gevelemeden ‘Ben Kemalistim’ diyebiliyor musunuz? ‘Geçmişimde bu kimliğe gölge düşürecek hiçbir yanım olmadı’ diyebiliyor musunuz?
Eğer kendilerine birazcık olsun saygıları varsa ve eğer gerçekten de CHP’yi seviyorlarsa… Bu iki soruya da gönül huzuru ile “Evet” diyemeyenlerin sahneden çekilmeleri gerekir.
Delegelerin tepkisini bile beklemeden!” diyen,
CHP içi muhalefete “Kemalist Alpaslan Işıklı ile Kemalistlere ‘faşist’ diye saldıran Zülfü Livaneli’yi listelerinde yan yana koyma mantıksızlığından kurtulurlarsa… Parti içi demokrasinin bir amaç değil araç olduğunu unutmazlarsa… Baykal’a karşı olanlar karması olmaktan çıkarlarsa…(Burada Baykal yerine mevcut genel başkanı koyduğumuzda da durumun güncelliğini koruduğunu hatta sorunun çok daha ileri bir seviyeye geldiğini görmek zor değil. çb) Ve ‘CHP tarihsel kimliğini yitirmiştir, biz bunun kavgasını veriyoruz.’ diyerek Kemalizmi bayrak yaparlarsa savaşımları bir anlam ve ağırlık kazanır.“ diyen,
Dönemin CHP Genel Başkanı ile ilgili “Nereye koşuyor?” başlıklı yazı yazıp bu yazının finalini de “İstediği yere koşmakta elbette ki hakkı vardır… Ama o koşuyu Altıok’lu bayrak altında ve Kemalizm mirasını tüketerek yapma hakkı yoktur!“ diye yapan,
Ve de en önemlisi, hem mevcut CHP yönetimine -ne sebeple olursa olsun- tahammül eden; -ki Atatürk’ün “Her millet, icraatına tahammül ettiği hükümetin mesuliyetine ortak sayılır.” sözünün mevcut CHP yönetimi ve bu yönetime sesini çıkarmayanlar için de geçerli olduğu aşikarken- hem de
“Kurultay yaklaşırken anımsatmıştık:
– Göğsünü gere gere “Ben Kemalistim” diyemeyenin, CHP’ye genel başkan adayı olmaya hakkı bulunmamalıdır!..
(…)
Neredeyse haykırmıştık:
– Ya o bayrağa layık olun ya da bayrağınızı ve adınızı değiştirin!..
*
Varlıkları içinde CHP’ye zarar verenler…
Kemalizmin adını bile ağızlarına almamak için her türlü laf cambazlığını yapanlar…
Danışmanı ya da yardımcısı olmaları gerekirken, kendileri genel başkanlığa soyunan “ideolojisiz” teknokratlar…
“CHP’de kimlik sorunu yoktur!” diyebilen körler ya da oportünistler…
Listeyi uzatmaya ne hacet!” diyen Kışlalı’yı anabiliyor, ona sahip çıkabiliyor?
Üstelik kendisi CHP’den Kültür Bakanlığı yapmış da biri. Yani “CHP’ye saldırıyor çünkü Vatan Partili” marjinalleştirmesi de yapamazsınız, AKP’li de ilan edemezsiniz?
(AKP ile Vatan Partisi arasında bir mesafenin kalmaması hadisesi bu yazının konusu olmadığı için gündem dışı, bu parantezin açılma sebebi de bu CHP eleştirisinden CHP’ye sırf kendi çıkarları için vuranlara malzeme çıkmaması için önlem alınması.)
Yazının hediyesi de aynı kesim tarafından bir şey yapmaktan çok eleştirileri savuşturmak için sorulan “ne yapmalı” sorusuna Kışlalı’nın yanıtını paylaşmak olsun:
“Peki ne yapmalı?
Doğruları söylemeyi, bıkmadan usanmadan savunmayı sürdürmeli! Gazete sayfalarında… Salon toplantılarında… Kahve köşelerinde… Sivil toplum örgütlerinde… Siyasal partilerin içinde… Özel sohbetlerde…
Siyasal partileri o doğrulara doğru itmeli!”
“CHP’ye nasıl sahip çıkabiliriz?
Yanlışlarını ve o yanlışları savunanları eleştirerek! Doğrularına ve o doğruların arkasında olanlara destek vererek!”
***
O da hayatta olsaydı ki fikirleriyle dimdik ayakta, böyle insanlara da “Maske balosuz olsun!” derdi.
O da bu tutarsızlığa isyan eder, alacağı tepkiden çekinmeden bu durumun üstüne üstüne giderdi.
Ve bizler, eğer aydınlarımız için “Meşaleniz bizlerde!” diyorsak keşke onlar yaşasalardı deriz. Ama ondan daha önce “Yaşasalardı olaylara nasıl bakar, nasıl yazarlardı?” sorusunu kendimize sorar, o sorunun yanıtını aramaya çalışırdık, o kişilerin genel yaklaşımlarından yola çıkarak.
Bu yazı da işte öncelikle bu kaygıyla yazıldı.
Onun bizi görüp tebessüm ettiğini hissedebiliyoruz.
İçimiz gayet rahat.
ÇAĞDAŞ BAYRAKTAR
21 EKİM 2017
Yorum Ekle