23 Nisan…
Ulusun egemenliğinin ilanı ve dünyada çocuklara hediye edilen ilk ve tek bayram.
Neden?
Çünkü Türkiye Cumhuriyeti, dünyanın en güzel, en soylu, en asil insanları tarafından kuruldu. O güzel insanlar da en güzel hediyeyi tabii ki çocuklara armağan etti.
Çünkü o çocuklar temizdi.
O çocuklar büyüyeceklerdi.
Cephelerde şehit olan yaşıtların açığını kaparcasına okuyacak, hem ülkesine hem dünyaya faydalı insanlar olacaklardı…
Azımsanmayacak kadar çoğu oldu da o dönem. Kıvılcım olarak yollananlar alev olarak döndüler ve aydınlanmanın meşalesine güç kattılar.
Sonra ne oldu?
Şairin* dediği gibi yıllar geldi geçti, kuşlar geldi geçti. Yine bir atasözümüzde olduğu gibi kurt kışları her seferde atlattı ama yenilen ayaz bakiyesinde hesap çok birikti.
Gerçekten de her geçen seni bizden parça parça götürdü.
O uyudu, asılanlar dirildi.
Köy Enstitülerini kapadılar çünkü ulusal egemenlik gibi kutsal bir emaneti sahiplenen çocukların cesaretinden korktular, cehaleti yırtıp atmalarından, Cumhuriyet kazanımlarına el sürmeye cüret edecek kim olursa olsun o eli yakacak çocuklardan korktular.
O çocukların Atatürk olmasından korktular.
Gericiliğin, cehaletin sonuçlarını bizzat yaşayarak görenler, atılan tohumlarla yeşeren, filizlenen, büyüyen; dallarında kurulacak salıncaklarda geleceği şekillendirecek çocukların sallanacağı o çınara sahip çıkmak yerine ona yapılan saldırılara önce direnmeyi bıraktılar, sonra özgür ve denetimsiz bıraktılar ona balta sallayan elleri.
Sinan Meydan, Sabahattin Eyüboğlu’nun “çiçek açarken budanmış” diye nitelendirdiği Köy Enstitülerinin birbirine rakip görülen iki zıt oluşumun ittifakı ile nasıl budanıp yok edildiğini şöyle anlatıyor:
“Köy Enstitüleri, 1946’da Hasan Ali Yücel ile İsmail Hakkı Tonguç’un görevden alınmalarıyla kan kaybetmeye başladı. 1946’da Milli Eğitim Bakanı yapılan Reşat Şemsettin Sirer, Köy Enstitülerinin adeta kolunu kanadını kırdı: 1947’den itibaren enstitülerden özgür okuma ve özeleştiri uygulamaları kaldırıldı. Plan ve programlar değiştirildi. Bazı kitapların okunması yasaklandı.Karma eğitime son verildi. Kızların sayısı iyice azaltıldı. Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü’ndeki yontular kaldırıldı. Hasanoğlan’daki hayvanlar bakımsızlıktan öldü. 1946’da Demokrat Parti’nin (DP) meclise girmesiyle Köy Enstitüleri iyice tartışılmaya başlandı. Milletvekillerinden Emin Sazak, Köy Enstitülerine saldırdı. 1947’de enstitülere verilen ‘geçim toprakları’ geri alındı. 1947’de Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü kapatıldı.
1950’de iktidara gelen DP, Köy Enstitülerinde ‘komünizm propagandası’ yapıldığını söyledi. Kızlarla-erkeklerin aynı yatakhanelerde yattığı, aralarında uygunsuz ilişkiler olduğu şeklinde –tamamen uydurma ve yalan– iddialar ortaya atıldı. 1940’larda enstitülere yönelik ırkçı saldırılara, 1950’lerde dinci saldırılar eklendi.
DP’li Milli Eğitim Bakanı Tevfik İleri,1952’de Köy Enstitülerine Köy Öğretmen Okulları adını verdi.Enstitülere gidip öğretmenleri ve öğrencileri azarladı. Enstitülere zorunlu din dersi koydu. Hatta enstitüleri ‘din adamı merkezi’ yapmayı bile önerdi. 1950-1954 arasında Türkiye’ye ABD’li eğitim uzmanları geldi. Florida Üniversitesi’nden getirilen Dr. Kate Wofford’un raporuyla Öğretmen Okullarına dönüştürülen Köy Enstitüleri, 27 Ocak 1954 tarihli 6234 sayılı yasayla kapatıldı.”
***
Bugün, dünün çocuklarından bazıları gerici olduysa, onların gerici çocukları da ülke yönetiminde başımıza musallat olduysa, bunun en büyük sebeplerinden birisidir Köy Enstitülerinin kapanması. Çünkü gericilik, çorak toprakların ürünüdür.
Ve Köy Enstitülerinin CHP ve DP’deki “gerici ittifak” ile kapatılmıştır. Belki de o dönem bunu göremeyenler, görmek istemeyenler, sadece partizan refleksle hareket edenler, devrimci olmak yerine her dönemin şartlarına uygun “uygulayıcı” olan ve aslen gericiliğe de karşı olan bu kişiler yüzündendir 1946, dönüşümün başlangıcı.
Doğru kişilerin arkasında sağlam durulmayıp onların çok daha kolay hedef olması, görevden alınması…
Öte yandan da Şemsettin Sirer gibi gericilerin göreve getirilmesine yeterli ve gerekli tepkinin verilmemesi…
1940’lardan, 1950’lerden bahsediyoruz, tanıdık geldi mi?
…
Karşınızda cahil ve kandırılmış bir kitle varsa onu eleştirmek çok kolay. Peki onun karşısındaki kitle ne kadar farkında tehlikenin boyutunun? İşgalin bizzat kendisini temsil ettiğini sandığı kişileri de kapsadığının?
Ne kadar daha “AKP” iktidarı ile korkutulup “Sahte muhalefet”e razı edilmeyi kabul edecek?
***
23 Nisan, Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı.
Halen; Ulusal Egemenlik, 16 Nisan 2017 referandumunda “cebren ve hile ile” halkın elinden alındığında sonuçların açıklandığı gece durumu meşrulaştırıp hakkını aramak için bir işaret bekleyen milyonları pasifize eden, hemen 2-3 gün sonrasında da iktidar yetkilileri ile fıkralara kahkahalar atan kişi, o günden sonra sokağa çıkamaması gerekirken görevinin başında mı? Başında.
Yine bir seçim arifesinde bu kişi muhalefet dümeninin başında mı?
Başında.
Sen bir savaş halindesin. Düşmanın sadece karşında değil yanında. Ama sen onu düşman görmediğin için cephane sürekli sızılmakta, cephen sürekli yarılmakta.
“Sızıntı” ve “yarma”ları önleyemezsen savaşı nasıl kazanacaksın?
Düşmanların tamamını karşına almadıktan sonra savaşı kazanmanın imkanı var mı?
Düşmanların tamamını karşımıza almayacaksak savaşmanın anlamı var mı?
Bugün ülke vatanseverlerin önemli bir kısmının yaşadığı yılgınlığın sebebi, savaşmaktan değil, düşmanların tamamını tespit edip karşısına al(a)mamasından ötürü savaş sırasında hep ummadığı yerden darbe almaktan kaynaklı.
Ve bu “mantık” değişmedikçe başka bir sonuç beklemek, aynı şeyi yapıp farklı sonuç beklemekle eş anlamlı.
Bir düşüncemizi yineleyelim:
“Türkiye Cumhuriyeti’nde AKP’ye oy verenden, Kılıçdaroğlu CHP’sini Atatürkçü çizgide sanıp Kılıçdaroğlu’da dolaylı dolaysız destek verene kadar herkes, Cumhuriyet kazanımlarına gerçek anlamda sahip çıkmamanın bedelini ödeyecek. Ancak o zaman bu ülke düzlüğe çıkacak ki bu olacak, Türkiye Cumhuriyeti, tüm değerlerinin bedelini iliklerine kadar ödeyen yurttaşlarının varlığıyla ilelebet payidar kalacak.”
Bizim amacımız umutsuzluk aşılamak değil çünkü umutsuz değiliz. Ama yüzleşmekten, kaçındığımız düşmanı sadece siyasi iktidardan ibaret gördüğümüz sürece ödeyeceğimiz bedel katlanacak.
Olmakla olmamak arasında değil ağır bedel ödemekle ödememek arasında bir seçim, yapmamız gereken.
Seçim, önemli kişi ve günleri anmakla ile anlayıp gerekeni yapmak arasında…
Atatürk’ün bayramı çocuklara, ülkeyi de gençlere emanet etmesini bu durumdan bağımsız düşünmeyin…
ÇAĞDAŞ BAYRAKTAR
23 NİSAN 2018
Sinan Meydan’ın yazısının tamamı için:
https://www.sozcu.com.tr/…/cumhuriyetin-sabah-gunesi-koy-e…/
*Yazıda bahsedilen şair Atilla İlhan, şiir ise “Mustafa Kemal”.
Yorum Ekle