“(…)
Bin kilometreler olsa da aramızda,
alıştım seni içimde hissetmeyi.
Hayatı tüketirken okyanuslarda,
kaçırdım sana özel, hemen her şeyi.
Yaz, Kış ve hazanda,
Özenle korudum iki çiçeği.
Yaşantımın her karanlığında,
sizinle gündüz yaptım geceyi.
(…)”
***
Yeterince zor ve acılarla dolu hayatı daha yaşanılır kılan en önemli şeylerden birisi, en kötü durum ve olaylarda bile ya da sonrasında bundan olumlu çıkarımlar yapabilmek. Ya da başka bir tabirle şerden hayır çıkarabilmek, şerdeki hayrı bulabilmek, görebilmek…
Gazeteci Yazar Mustafa Mutlu çok güzel diyor: “‘Özel’ davalar çok özel kardeşler verdi bize…” Aynı şekilde kimisine de çok özel dostlar, abiler…
İşte “Özel” kişilerden birisinin kızının, Dilara‘nın düğünü vardı 5 Mayıs’ta, Cumhuriyet’in Ankara’sında…
Düğünden öncesini, nişana olan kısmını Müyesser (Yıldız) ablanın anlatımına bırakalım:
“Önce Çakmak’ın büyük kızı Tuğçe’nin 7 yıl önce gelinliğiyle ve gözyaşları içinde Hasdal’a gidip, babasının elini öpüşü… Cezaevine tıkılmış koca koca komutanların Tuğçe için yaptığı hazırlıklar… Bahçeden toplanmış çiçeklerle donatılan masalar… Mütevazı bir pasta… Cem Amiral’in kızının kulağına, ‘Biz, içeride veya dışarıda olalım, hiçbir şey fark etmez. Dimdik ayaktayız. Önemli olan Türkiye’dir.’ diye fısıldaması…
Gün geldi, devranın dönmesi gerekiyordu; Döndü ve komutanlar tahliye edildi.
Cem Amiral, hepsinden önce çıktı… Silivri’de yakalandığı kanser illeti sayesinde!
Tuğçe o sırada hamileydi. Doğmamış bebeğine babasının adını verdi. Müstakbel torun Cem Poyraz’ın ağzından yazılmış davetiye ile Tuğçe-Yasin çifti, Cem Amiral için ‘Özgür’ bir düğün yaptı.
Bundan sonrası, tüm aile için hastane köşeleriydi!
Küçük kız Dilara; Henüz öğrenciydi, bir sevdiği vardı. Cansın’la evlenmeyi planlıyorlardı. Cem Amiral müstakbel damadıyla hastane odasında tanıştı. Cansın’ın ailesi Dilara’yı babasından hastane odasında istedi.
Ama uzun süre yüzük takamadılar. Çünkü Cem Amiral’in durumu ağırlaşmıştı.
Umutların tükenmeye yüz tuttuğu bir gün Dilara, yüzüğü parmağına taktı. Yoğun bakımdaki babasının yanına gidip, elini tuttu ve ‘Sözlendim baba’ dedi. Baba-kızın elleri kenetlendi.
Nişan yüzüğünü de hastane odasında takacaklardı. 4 Temmuz için karar kılındı.
Ama Cem Amiral dayanamadı… 3 Temmuz sabahı gözlerini yumdu…
4 Temmuz nişan değil, cenaze günü oldu…”
Hayatlarının önemli bir bölümünü mahkemeler, hastaneler, cenaze törenleri arasında geçiren kişilerin düğünüydü bu, düğüm düğüm geçen yılların ardından…
Düğündeki birçok insan, Türkiye Cumhuriyeti’nin belki de en karanlık dönemi olan 2009-2013 yılları arasında beraber olan insanlardı… Belki de birbirlerine mahkum edilen… İktidar ile FETÖ’nün henüz yatakları ayırmadığı, mahkeme kararlarının mahkemelerden önce kanallarda yayınlandığı, gazete görünümlü paçavralarda yine gazeteci görünümlü tetikçilerin masum vatanseverlere yargısız infaz yaptığı, birilerinin “çok iyi şeyler oluyor” dediği, bir avuç olduğumuz dönemdeki o bir avuç insanın önemli bir kısmı oradaydı…
Artık birbirinin hafızası, ailesi olmuş insanlar… Hesaplanacak olsa o gün düğüne katılan kişilerin kumpas davalarda aldıkları cezalar, muhtemelen binlerce yıl, onlarca ağırlaştırılmış müebbet…
Böyle özel ve sıradan olmayan düğünde masa masa gezmeli, anlatmalı, tarihe not düşmeli kişileri, yaşananları…
Üçüncü Yol ailesi olarak bize tahsis edilen masada bir yanımda Murat Eren, diğer yanımda Deniz Mehmet Irak. Murat Eren; hakkında üç dava açılan, üçünden yeniden yargılama çıkan, sonra birisinden beraat eden fakat diğer iki davada halen yeniden yargılamaların başlaması için mahkeme tarihlerinin açıklanmasını bekleyen, kumpasa maruz kaldığı dönemdeki rütbesiyle Kara Pilot Yüzbaşı… Türkiye’nin en iyi Skorsky pilotu. Belki de bu davalarda üstüne en çok oynanan kişilerden. Deniz Mehmet Irak, Donanma’nın altın çocuklarından. Hem analitik hem de duygusal zekasıyla farkını genç yaşına rağmen her ortamda gösteren Mustafa Kemal’in üniformalı-üniformasız askeri… Kendisi hedef alındığında henüz üsteğmendi. Kendisindeki potansiyeli ve birileri için “potansiyel tehdit” durumunu buradan anlayın…
Arka masamızda Şule Nazlıoğlu Erol, Şule ablamız… Adalet Nöbeti’nin öncüsü… Yürüyen direniş mevzii, avukat olarak bu süreçte hakkı en zor ödenecek olanlardan. Her durumda ve şartta, bizi her gördüğünde gözlerindeki mücadele ışığı…
Çapraz masamızda Büyüksağnak ailesi… Kumpas mağduru Barbaros Büyüksağnak. Kendisi şu an Piri Reis Üniversitesinde Öğretim Üyesi. Hasdal’dan mektup arkadaşı olma şerefine nail olduğum “bilgi ve erdem deryası” insan… Yine onun en kötü günlerde arkasında kale gibi duran eşi Güliz abla… Aynı masada; belki de hiçbir asker yakını, tanıdığı olmadığı halde saldırının asıl hedefinin kişiler değil de Türkiye Cumhuriyeti ve onun kurucu felsefesi Kemalizm olduğunu anlayıp hapisteki subayların dışarıdaki sesi olan Şebnem (Derviş) abla ve onun kıymetli eşi Derya abi… Partisel meselelerde her fırsatta tartıştığımız, fakat mevzubahis vatan olduğunda en başta safları sıklaştırdığımız güzel insanlar.

Biraz gecikmeli de olsa masaya dahil olan Kardak Fatihi Ali Türkşen… Anlatmaya gerek yok, onu çok iyi tanıyorsunuz ki kendisi ile düğünden 4 gün önce Kumpas Şehidi Murat Özenalp‘in cenazesindeydik. Gözümün önünde milletvekili adaylığı başvurusunun onay belgesini bıraktı Murat Komutan’ın mezarına, her şey sizler için diyerek ve bunu derken titriyordu o dağ gibi adam, öfkeyle, hüzünle, özlemle…
Onların yan masasında ise hayatımda gördüğüm; enerjileriyle, sevgi dolu yaşayışlarıyla en güzel çiftlerden ikisi… Bir tarafta Melek-Bora Serdar çifti, diğer tarafta Manolya-Fikret Güneş… İki Mustafa Kemal askeri, iki kumpas mağduru ve onların arkasında her daim dimdik duran iki Cumhuriyet Kadını… Ve bu dört kişiyi her gördüğümde aklımda istemsiz anımsanan bir fotoğraf karesi. Cem Amiral’in resmi cenaze töreni… Çakmak ailesinin feryatları ve onların hemen çevresinde bu güzel insanlar; değil fotoğraf karesinde olanların, fotoğrafa 10 saniyeden fazla bakanların bile saniye saniye yaşlandığı…
Aynı masada görür görmez arkasından dolanıp boynuna sarıldığım, kendisi tarafından “hain evlat” olduğumdan evlatlıktan reddettiğini her fırsatta dile getiren ama bana olan sevgisinin bu konudan bağımsız olduğunun da altını ısrarla çizen, babam kadar babalık yapan ve mücadelesiyle bahsettiğim o en karanlık dönemde vatanseverlerin “istifası cebinde” yanında olan Gazeteci Yazar Mustafa Mutlu…
Karşı tarafta yine kumpas davaların isimsiz ve sivil kahramanlarından Adem (Salin) abi… Birilerinin yapmadıklarını yapmış gibi anlattığı yerde onun bu süreçte yaptıklarını anlatmaya sayfalar yeter mi? Zor… Sağ tarafta kıymetli Kezek Ailesi, Çiğdem-Atilla Kezek. Kumpas davalarda silah arkadaşlarının kıyımına “ete soğan doğramam” demek yerine, sinsi sinsi yükselmeyi tercih etmek yerine, olanlara isyan edip bayrak açarak tepkisini koyan, Cem Amiral’in hastane günlerindeki en büyük destekçilerinden Koramiral…
Minyon yapısına rağmen kumpas davalarda devleşen, süreçte suçu olan insanlardan aynı ortama girebildiği herkese meydan okuyan Nefise(Aslan) abla. Ve onun kıymetli eşi, kumpas mağduru, “Gazi”lik unvanına sahip olan Hasan Basri Aslan. Duruşundan hiçbir zaman ödün vermeyenlerden…
Birçok kişinin haklı ya da haksız olarak yılgınlık yaşadığı dönemde bile hiçbir davayı kaçırmayan, dönemin Pir Sultan’ı gibi olan, dönen dönse de yolundan dönmeyen Ali Tatar’ın abisi Ahmet Tatar ve onun kıymetli eşi… Her karşılaşmada cam cama değil, can cana kucaklaması, sohbeti… Kumpas şehitlerimizin aile fertleri bu kişilerin birbirlerine sarılırken “kardeşim” demesini duymalısınız…
Ve Sema Özenalp… Sema abla… Yüzünden eksik olmayan tebessümünde, gözlerinin içinde geçmişi gördüğümüz kişi. “İnsan bu kadar güzel yürekli insanlara saldırabilecek kadar nasıl canavarlaşabilir ki?” dedirtenlerin başında gelenlerden…
Biraz ileri masada, yakın zamanda kaybettiğimiz Özden Örnek için yazdıklarıyla yüreğimizi dağlayan Cansu Eraydın, kumpas mağdurlarından Hakan Eraydın’ın kızı. Yaşadıkları sürecin faturasını emperyalizme değil de emperyalizm tarafından hedef alınan “Türkiye Cumhuriyeti”nin varlığına kesmeye çalışan birçok mağdur yakınının olduğu yerde hedefi de düşmanı da asla şaşırmayan Cumhuriyet Kadını, kıymetli dostum, kardeşim. Ve onun çok değerli babası Hakan Eraydın; Cem Aziz Çakmak‘ın hapisteki en yakınlarından, öyle ki Amiral’in şiir kitabının hazırlanması sırasında bile katkısı, yönlendirmesi doğrudan…
Ve… Kumpas davalarda sadece kardeşleri Cem Aziz Çakmak’ın değil, tüm vatanseverlerin koruyucu meleği olan Filiz ve Deniz Çakmak… Deniz Çakmak, her karşılaştığımızda hasretle, özlemle, öfkeyle sarıldığım, kardeşini kaybetmenin acısıyla gözünde bir damla yaşını her daim saklı tutan, fakat o gözyaşını saklı tuttuğu gözlerinde de kararlılığıyla şimşekler çakan kadın… Filiz Çakmak, insani ilişkilerde pamuk kalbi, davalarda ise çelikten iradesi ve mücadele azmi, nasıl unutulabilir ki… Beni ailelerine kabul eden, dahil eden Çakmak ailesinin iki ferdi…
Amiralin şiirinde “Sizi olan sevgimi anlatamam yetersiz kalır, üzemem sizi.” dediği kardeşleri.
Düğünün yapıldığı salonun hemen girişinde oturan yaşlı bir çift, kumpas mağduru Cem Aziz Çakmak’ın anne ve babası… Kolumdaki; Amiral’den kalan ve “Bir Amiralin eşi nasıl olmalı?” sorusunun vücut bulmuş yanıtı, mutlu olduğumda da ameliyattan çıktığımda da ilk karşımda gördüğüm güzeller güzeli Sevgi Çakmak‘ın, ameliyatım sonrası ameliyatta ve sonrasında Cem Amiral’in adını sayıkladığımı da gördükten sonra “Bunu sana vermenin zamanı geldi…” diyerek bana hediye ettiği kol düğmelerini gösterdiğimde yüzlerinde oluşan ve binlerce sayfada anlatılamayacak ifade… Ne büyük sınavlar, notumuzu tarihin ve vicdanların vereceği…
Düğünün belki de en minik ve en özel konuğu, esas ev sahibi, Amiral’in hem adını hem de ruhunu varlığında taşıyan dünyalar tatlısı torunu Cem Poyraz… Dedesinin mezarını ziyarete ilk gidişinde -inanması kimisine zor gelecek ama- mezarlıkta dedesinin yerini kendi başına bulacak kadar aralarında kuvvetli bağ bulunan…
Ve Amiralin iki kızı… Tuğçe… ve Dilara…
Onları ben anlatmayacağım. Onların en doğru anlatımı, “3. KOR. K.LIĞI ÖZEL TİP TUTUKEVİ MÜDÜRLÜĞÜ HASDAL/İSTANBUL GÖRÜLMÜŞTÜR” damgalı kendi yazılarında:
“Biz, 27 senedir bu millet için çalışan bir babanın kızlarıyız. Biz, içimizi vatan, millet, cumhuriyet ve Allah sevgisiyle dolduran, milletini her şeyin üstünde tutan bir babanın kızlarıyız. Biz, doğumlarımızda bile bulunmayan, çoğu doğum günümüzde sesini bile duyamadığımız, aylarca görevden dönmesini beklediğimiz bir babanın kızlarıyız.
Bu mukaddes görevini, milletini her zaman ailesinin üstünde tutan; vatanına, milletine aşık, şerefli bir babanın kızlarıyız. Biz, parkta babalarıyla oynayan çocuklara her zaman imrenerek büyüyen iki kız kardeşiz. Biz, onuru ve ismi için yaşayan, bizi de bu şekilde yetiştiren fedakar bir babanın kızlarıyız. Biz, Tuğamiral Cem Aziz Çakmak’ın kızlarıyız.”
Eğer Cem Amiral’i tanısaydınız, sonra da onun kızlarının eşleri olan Yasin ve Cansın’ı tanısaydınız, “Tanrı bu aileden bir kişiyi almış ama yerine birbirinden değerli ve temiz iki kişiyi vermiş.” derdiniz… Bu iki genç, onlarca yıl evli insanların bile eşlerini yalnız bıraktığı evrede sevdikleri kadınların öyle güzel, öyle net yanlarında durdular ki… İnsanın saygı duymaktan başka bir çaresi kalmıyor.
İşte o iki kızdan Dilara ve o iki pırlantadan Cansın‘ın düğünüydü bu. Bu bir aile düğünüydü, sadece Çakmak ve Hancıoğlu (Cansın kardeşimin ailesi) ailesinden oluşmayan…
Davaların atom karıncası, akıllı bile olmayan bir telefon ve eski model bir fotoğraf makinesi ile kumpas davalarda olan bitenleri tüm ülkeye ulaştıran Müyesser abla ile göz göze gelip susuyoruz. “Ne görüyorsun abla?” diyorum, iç çekiyor önce, “Buruk” diyor… “Bırak abla buruk olsun zaten.” diyorum. Buruk olsun ki bir yanımız, unutmayalım insan olduğumuzu. İnsanlık düşmanlarını. Ama bir yanımız ne kadar buruksa bir yanımızla da o kadar mutlu olalım. Şairin dediği gibi düşmana inat bir gün fazla yaşayarak ve düşmanın her türlü saldırısına rağmen inatla, ısrarla gülümseyerek…
Düğünün gerçekleştiği salonun girişinde özel bir masa yapılmış Cem Amiral için… Ona ait fotoğraflarla bezeli. Ve tabii ki çok sevdiği Beşiktaş’ının forması. Yanımda duran ekip arkadaşım, Üçüncü Yol Yazı İşleri Sorumlusu Senâ Yaşar‘dan tek başıma fotoğrafımı çekmesini istiyorum ve daha 1 dakika bile olmadan Sevgi Çakmak, Senâ Yaşar, Fikret Güneş, Bora Serdar, Hakan Eraydın ve Amiral’in devresi, kendisini her zaman özel bir yere koyan İbrahim Sütçü masanın oraya gelip fotoğraf karesine giriyor. Fotoğraf karesini tamamlıyor.
Amiral diyorum, yine bir şemsiyesin, altında herkesin birleştiği… Yine buradasın, yine işaretini veriyorsun “buradayım” dercesine.
Ve hep mutlu olun diyorum, diyoruz Dilara-Cansın çiftine… Cefasını çektiğiniz dün’lerin acısını bugünlerden, yarınlardan sefa sürerek çıkarın.
Biz unutmayalım, affetmeyelim, barışmayalım.
Ama sizler çok mutlu olun, sizlerden çalınan yılları telafi edercesine…
Cem Amiral’i de her daim yanınızda hissederek…
(Yazının sonuna eklenen fotoğraftaki gibi kalın, beraber, mutlu, güçlü ve huzurlu.)
(Düğünde olan ama yazarken aklıma gelmeyen ya da tanımadığım herkesin affına sığınıyorum.)
Yorum Ekle