Sabahattin Ali… 41 yıllık kısacık bir ömre sığan, isyankâr bir aydın, muhalif bir ruhun sesi…
Sabahattin Ali, 1907 yılında Eğridere/Gümülcine’de dünyaya geldi. Babası Binbaşı Selahattin Bey, I. Dünya Savaşı sırasında Çanakkale Cephesi‘ne görevlendirilince, Çanakkale’ye taşıdılar. Ardından sırasıyla, İzmir, Edremit ve İstanbul… Balıkesir’de iken Muallim Mektebi’ne yazılan Sabahattin Ali’nin, burada Şiir ve öykü yazmaya dair ilgisi artsa da gizlice bir tiyatro oyunu izlemek için okuldan kaçtığı öğrenilince içine atılmanın eşiğine kadar gelir. Tam o süreçte hayatının dönüm noktalarından biri yaşanır onun için. Kaydı İstanbul Muallim Mektebi’ne alınır. Öğretmenlerinden Ali Canip Yöntem’in sayesinde şiirlerini ve öykülerini yayınlamaya karar verir. Bu karar Sabahattin Ali’nin edebi yaşamının dönüm noktasıdır.
Aslında şiirle başlayan edebi yaşamında ilk kitabı “Dağlar ve Rüzgar”ı 1934 yılında yayımlar. “Uzun ve edebi öyküler” olarak ifade ettiği şiirlerinin ardından Değirmen (1935), Kağnı (1936), Ses (1937) öykülerini yayımlayan Sabahattin Ali, 1937’de Kuyucaklı Yusuf yayımlayarak, okuyucusunun karşısına bu sefer Realist bir romanla çıkmıştı. Bir diğer romanı İçimizdeki Şeytan (1940)’da ise daha farklı bir şekilde toplum-insan ilişkisini metafiziksel bir dille anlatan Sabahattin Ali, romanının içeriği nedeniyle birçok tepki almasına karşın 1943’te yayımladığı Kürk Mantolu Madonna ile tutkulu bir aşkın anatomisine değinerek kaleminin gücünü ispat etmişti. Eserlerinde toplumcu gerçekçilikten kopmayan doğal yaşam betimlemeli kullanan yazar, özellikle şiirlerindeki etkileyici ve bazen de okuyucuya seslenen üslubu ile dikkat çekmişti.
Ancak, Sabahattin Ali, edebi yaşamını belirli bir düzlemde devam ettirmeye çalışırken, dönemin siyasi olayları da yazarı kendi içerisine çekmeye başlamıştı. 1940’lı yıllarda Türkiye’de Irkçı-Turancı hareketler güçlenmeye yani taban bulmaya başlamıştı. Özellikle başını Hüseyin Nihal Atsız ve Alparslan Türkeş gibi isimlerin çektiği bu grup, dönemin tek parti iktidarını ve “solcu” olarak bilinen aydınlarını da hedef alıyor, kendisi dışındaki bütün yapıları “Moskof uşağı, Vatan haini ” gibi ifadelerle suçluyordu. Sabahattin Ali’nin de bu suçlamalardan nasibini alması çok da uzun sürmedi.
H.Nihal Atsız, 20 Şubat ve 21 Mart 1944 tarihlerinde Orhun Dergisi’nde kaleme aldığı dönemin Başbakanı Şükrü Saraçoğlu’na hitaben yazılan yazılarda için de Sabahattin Ali’nin de olduğu birçok öğretim, görevlisi, aydın ve hatta dönemin Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel “Komünist faaliyetlerde bulunmak” ile suçlanacaktı. Bunun üzerine Sabahattin Ali, H.Nihal Atsız’a “vatan hainliği” suçlamasına karşılık dava açmış, 4 ay süren dava sonucunda mahkeme Atsız’a 4 ay hapis cezası vermesine karşın 3 Mayıs 1944’te yaşanan olaylar, konuyu bir hakaret davasından daha öte boyuta taşıyarak, Türk Siyasi Tarihi’ne “Irkçılık-Turancılık Davası” olarak geçen dava süreci başlatmıştı.
Bu süreçte Sabahattin Ali, muhalif kimliğini kenara bırakmak bir yana, Aziz Nesin, Rıfat Ilgaz ve Mustafa Mim Uykusuz ile 1946 yılında çıkarmaya başladığı Markopaşa Dergisi ile bu kimliğini adeta vurgulamaya başladı. Markopaşa Dergisi, siyaseti mizah yoluyla eleştirmesi bakımından o döneme kadar yapılanlardan daha farklı bir muhalefet tarzı geliştirmiş ve dikkatleri çekmişti. Hem dönemin CHP iktidarını hem de yeni ortaya çıkmış muhalefet partisi olan Demokrat Parti’yi yerden yere vuran dergi hakkında dönemin Gaziantep Milletvekili Cemil Sait Barlas, TBMM’de yaptığı konuşmada “Bunların kökü dışarıda” diyerek, dergiyi ajanlıkla suçlayınca ise Sabahattin Ali’nin kaleme aldığı şu satırlar, derginin 16 Aralık 1947 tarihli sayısında “Ayıp” başlığı altında yayınlanır:
“…Vatanımızın istiklali üzerine en küçük bir gölge düşmesin, istiklal anlayışımız Atatürk’ün çizdiği yoldan ayrılmasın dediğimiz için mi kökümüz dışarda? Bin bir hileli yoldan bağrımıza sokulup bizi tekrar yarı müstemlekeliğe sürüklemek isteyen sömürücü yabancı sermayeye karşı uyanık bulunmayı istediğimiz için mi kökümüz dışarda?”
Markopaşa, Mayıs 1947’de kapatılır. Derginin adının altında yazan “Yazarları hapiste olmadığı zaman çıkar” cümlesine kinaye eder gibi Sabahattin Ali yazdığı yazılar sebebiyle hapse girer. Her ne kadar dergi farklı adlarla bir kaç sayı daha çıkarılsa da, döneminin en yüksek tirajını elde eden Markopaşa Dergisi tarihe karışmıştır.
Siyasi baskılar ve suçlamalardan kurtulmak amacıyla yurtdışına gitmeye karar verir Sabahattin Ali. Dönemin siyasi atmosferi onu bu seçeneğe itmiş, ailesini de arkasında bırakarak ülkesinden ayrılmak zorunda bırakılmıştı. Fakat yine de belki de korktuğu sondan kurtulamadı, Nisan 1948’de yurtdışına çıkmak isterken katledildi. Sabahattin Ali’nin katili Ali Ertekin, polisteki ifadesinde cinayeti “milli duygularının galeyana gelmesi”ne bağlayarak itiraf etti. Ancak cinayet hiçbir zaman tam olarak aydınlatılamadı. Yıllar içerisinde hemen hemen her siyasi cinayetin nedeni olarak öne sürülecek belki de cinayeti aklamaya çalışmak için kullanılacak bu ifade ilk kez onun tarafından kullanılmış oldu.
Milli duyguların sadece kendilerinin tekelinde olduklarına inanlara inat, gerçek vatanseverliğin, özgür düşüncenin savunucusu olan, eserlerinde Anadolu’yu ondan uzaklaştırmadan, onun doğası üzerine dikkat verici betimlemelerle anlatarak Türk Edebiyatına unutulmaz eserler kazandırırken, içinden çıktığı toplumun sorunlarını kalemiyle haykıran Sabahattin Ali’yi ölümünün 72. yılında saygıyla anıyoruz.
Ali ERGENDEDEOĞLU
02.04.2020
Yorum Ekle