Herhangi bir yanlış anlamanın önüne geçmek için en başında belirtelim:
Ülkede olan terör saldırılarının birinci derece sorumlusu saldırıyı yaptığı için terör örgütleri, birinci dereceden sorumsuzu ise en temel sorumluluğunu yerine getirmeyen iktidar ve istihbarat yetkilileridir.
Yine eğer bir planın parçası değillerse güvenlik güçlerimizin güvenlik güçsüzleri olduğu gerçeğiyle de karşı karşıyayız demektir.
***
Erdoğan ve Fidan’ın yaptıklarından ve konuşmalarından kendilerini korumak adına “her şeyi” yapacaklarını biliyoruz.
Fakat bu zihniyetin kendisi için her şeyi yapabilecek potansiyele sahip olması, olan her şeyi yapan olduğu anlamına gelir mi?
Düşünelim.
Düşünmeden önce de elimizde neler var ona bakalım.
Son 15 yılda insanlar -haklı olarak- Erdoğan nefreti ile dol(d)ular. Bu nefret, daha doğrusu bu tehdit bu tehdidin dışındaki tüm tehditleri yer yer “muhalif” yer yer “meşru” yer yer bizden gibi algılamaya yol açtı.
Devlette geçici süre, kısıtlı yetki ve her an denetlenme koşuluyla Yürütme’yi ve Yasama’nın belli bir bölümünde -yine geçici ve yukarıda belirttiğim kıstaslarla- söz hakkına sahip olması gereken hükümetin -hukuki olmayan yollarla- yetki gaspı yapmasıyla devlet ve hükümet kavramlarının ayrımını yapmak giderek zorlaştı.
Bu da devlet karşıtlarının hükümet karşıtlarını da kendi tarafına çekmesine kolaylık sağladı, hala da sağlamakta.
Bir de devleti işgal eden hükümetin devlet düşmanlarını kendi eliyle “meşrulaştırması” gündelik gelişmelerle siyasi görüşünü oluşturan kesim için ciddi bir kafa karışıklığı oluşturmuş durumda.
AKP’nin bu noktaya gelmesinde daha doğrusu getirilmesinde “itici güç”ün “yıpratıcı güç”e evrildiğine şahit oluyoruz.
Tabi bunun sebebi kesinlikle AKP’nin bu duruma paralel bir “milli dönüşüm” yaşaması değil.
Mesele başımızdaki kişilerin bizler tarafından belirlenmeyen “son kullanım tarihi”nin yaklaşıyor olması.
Öte yandan da kendi ordusu Cemaat tarafından işgal edilmiş bir ülke ve o Cemaat ile sadece çıkarlarından ötürü kanlı-bıçaklı olmuş bir iktidar düşünün.
O zaman sormaya başlayalım:
CIA Eski İstasyon Şefi Graham Fuller’in AKP’nin ufalanması başlayacak dediği bir ortamda AKP ve İstihbarat kendi başkentinde bomba patlatırsa ya da buna göz yumarsa ne olur?
Ya da neler olabilir?
Kendi kitlesinde güvensizlik yaratabileceği gibi kendi kitlesinde birleşme de yaratabilir.
Fakat bununla beraber kendisine “yolcu” gözüyle bakan ya da bu gözle bakanın uzantısı olanlara da “meşru müdahale hakkı” doğurur.
Ki bu sonuç, olayın kendi seçmenindeki etkisi gibi sadece “ihtimal” değil, kesinlik içerir.
Şöyle düşünün:
Son Ankara saldırısından 1 saat sonra CEMAAT güdümünde olan TSK açıklama yapsaydı ve “Ülkenin yönetiminden ve güvenliğinden sorumlu olan iktidar ve istihbarat yetkililerinin yurttaşların güvenliğini sağlayamadığı yerde TSK, yurttaşlarının güvenliğini sağlamak için yönetime el koymak zorunda kalmıştır.” deseydi, mevcut Erdoğan nefretinin yarattığı “Erdoğan gitsin de ne olursa olsun.” hissiyatıyla da birleştirince en anti-militarist olanlar bile bu duruma açıktan olmasa da gizliden alkış tutmaz mıydı?
Hele de Milli- Atatürkçü bir görünümle bu yapılacak olsaydı?
(Siz bu kurguyu aklınızın bir yerine not edin. Belki bir gün lazım olur.)
Peki bu parçaları birleştirdiğimizde patlamalardan ne mesaj çıkıyor?
“Erdoğan’a gözdağı.”
***
İnsan düşünmeden edemiyor. İstanbul’u da sayarsak son iki patlamadan önce Mülteciler konusunda “Kayserili gibi pazarlık yapan” hükümet neden şimdi çok çok ağır bir anlaşmayı kabul etti?
Ya da kabul etmeye iten neydi?
Tamamen kontrolünden çıkmışken ülke yönetimi, böyle bir şeyin kendisi için sonu hızlandıracağının farkında değil mi?
Kendi servetlerinin yanında 3 milyar dediğin nedir ki?
DOĞAL -GERİCİ- MÜTTEFİKLERİN DİĞER AYAĞI
doğal gerici müttefiklerin diğeri üzerinden devam edelim.
Bu terör saldırıları öte yandan da korkunç bir gerçekle daha fazla yüzleştirdi bizi:
Teröristler ve teröristleri “iyi terörist -kötü terörist”, “bizim terörist- bizden olmayan terörist” olarak ayıran “TERÖRİZMİN POTANSİYEL DESTEKÇİLERİ.”
30 yıldır teröristler saldırı yapmamış, masum insanları öldürmemiş gibi davranmaya çalışanlar. Ankara patlamalarından sonra utanmadan kısık sesle pazarlığı “PKK yapmamıştır kesin IŞİD” diye başlatan, sonrasında”Siviller hedef değilmiş”e utana sıkılan evirenler ve Ankara’daki sivil katliamdan sonra utançlarından ölmek yerine susmayı tercih edenler. Ya da duygusuz kelimelerle terörü kınıyorMUŞ gibi yapanlar.
Ki bu insanlar, bugün Selahattin Demirtaş’ın “Sivillerin ölmesine karşıyız, kınıyoruz.” diyerek üstü kapalı “Askerler, polisler ölebilir.” diyebilmesine de kuru bir kınama metninde HDP’ye imza atmama cesaretini, pervasızlığını sağlayanlar.
Yani sadece kınayanları -haklı olarak- eleştirip kınama bile yapamayanlara ses çıkarmayanlar.
Bu zihniyet, toplumsal barışın içindeki “saatli bombalar”dır.
Bu toplumun içinde var olan bu insanlar, bu toplumun içindeki “parça tesiri”dir, patlamalardan sonra patlayan.
Bununla yüzleşmekte de fayda var.
PEKİ ŞİMDİ NE OLACAK?
Ulus, tasfiye edilen milli unsurların değerini istemeyerek de olsa anlayacak.
Kendisine dokunmayacağını sandığı yılanın kendisine de dokunacağını fark edecek.
Ve Yeniden Müdafaa-ı Hukuk zihniyetiyle partilerüstü birleşmedikçe, başına gelenlerden korktukça ve kaçtıkça kurtulabileceğini sandıkça daha çok bedel ödeyecek.
Tabi öte yandan da siyasi ve milli hiçbir sebep olmadan sadece kendisine tehdit olduğundan kısmi olarak PKK ve Cemaat ile mücadele eden Erdoğan’ın “kararlılığı” test edilmeye devam edilecek.
Erdoğan er ya da geç süpürüleceği deliğe gitmemek için nelerden vazgeçebilecek, onu göreceğiz.
Ayrıca bu “ahval ve şerait içinde” kendimize de soralım:
Ülkenin ordusunda, yargısında, muhalefetinde, medyasında yapılan tasfiyelere ses çıkarmamanın sonucu olan bu dönemi hak ettik mi hak etmedik mi?
Diyelim hak ettik ve pişmanız.
O zaman yine partizan ya da lümpen bir tavırla “seçmen” kalmaya devam mı edeceğiz?
Yoksa Ziya Kaan Karakuş’un dediği gibi,
“Evini kurabildiğin, ekmeğini yiyebildiğin, çocuklarını yetiştirebildiğin toprak vatanındır.
Kıymetini bileceksin ve ölümüne savunacaksın, değilse köle olacaksın.” deyip de kendi zihnimizdeki prangaları kırmayı mı deneyeceğiz?
Yani Ulu Önder’in dediği gibi,
“Ulusun kaderini yine ulusun azim ve kararlılığı belirleyecek.”
Çağdaş BAYRAKTAR
20 Mart 2016
Yorum Ekle