“Sevdamız bir uzun bakış / Ey memleket! Ey soylu düş”…
16 Mayıs 17 Mayıs’a,
17 Mayıs 18 Mayıs’a,
18 Mayıs 19 Mayıs’a kıpır kıpır ilerliyor bu kez.
Elbette 1919’daki gibi değil. Fakat 2016’daki gibi de değil.
Türk ulusu, kuşaklar arasındaki aktarım sırasında oluşan “veri ve bedel kaybı”yla cumhuriyet kazanımlarının önemini ve değerini tam olarak anlayamadı. O cumhuriyet kazanımlarını kaybederek bedel ödemeye başladı. Bedel ödedikçe de bu değerlerin kendisi için ne kadar hayati olduğunu anlama aşamasında şimdi…
Kaybedildikçe değeri anlaşılan kazanımlar bütünüdür Kemalist devrimler, cumhuriyet değerleri…
Bu aşamaya istemeden geldi; çünkü ayaklarının altından çekilmek istenen bizzat vatanın kendisi. Bunu anlamama lüksü kalmadı; ayakları sallanıyor. Ayakları sallanıyor ama titremiyor, çünkü korkmuyor. Kendine, kendinden ziyade geçmişine güveniyor.
Sadece güvenmekle de kalmamaya başlıyor, yeniden…
Referandum evresinde başladı uyanış. “İşin başa düştüğünün” farkına vardı. Referandum gecesi ise temsiliyet ile teslimiyet arasındaki farkı acı bir şekilde gördü. Cebren ve hile ile hakkı gasp edildi. Üstüne de referandum gecesine kadar harcadığı emeğin, sözde onları temsil edenlerce sahip çıkılmayarak teslim edilmesiyle “çifte kavruldu”.
Emperyalizmin uzantılarının ise ne kadar “efendilerinin izinde” olduğu bir kez daha “Abdal olmayana” bile malum oldu.
Siyasi bir proje olarak Türkiye’yi önce dönüştürüp sonra parçalama görevini yerine getirmeye çalışanlar tedirgin. Her ne kadar bunu belli etmeye çalışmasalar da.
Çünkü bir ulus,
o ulusun her yurttaşı,
kendi sahip çıkmadığı sürece kimsenin onun hakkına sahip çıkmayacağının farkında.
Bir ulus yeniden doğuyor,
çünkü bir ulus,
tedirgin ve tetikte olmazsa uçuruma yuvarlanacağının farkında!
Görenler görmeyenlere anlatsın, Türkiye’de yeniden bir dip dalgası yükseliyor yeniden Müdafaa-ı Hukuk ruhu…
Toplum, henüz kurmay kadrolarına sahip olmadan bireysel tepkileri ile mevcut iktidarı geri adım atmaya zorluyor. İktidar yanlısı şirket patronları tükürdüklerini yalıyor, yılların “denetlenmezliği” ve suskunluğundan cesaret alıp Atatürk’e hakaret etme cesaretini kendisinde bulanlar, kaçacak delik aramak zorunda kalıyor.
Siyaset kişinin hayatına müdahale ettiği yerde hayat siyasetin ta kendisi oluyor. O yüzden kişilerin savunduğu değerler ile yaşam alanlarına yapılan baskı aynı kümede buluşuyor. Vatansever cephenin dinamizmi her geçen gün daha da fazla artıyor.
Bu süreç devam ettikçe sonuç kaçınılmaz:
Önce iktidarı ayakta tutan sahte muhalefet yıkılacak, sonra sahte muhalefetsiz kalan iktidar.
Ulu Önder’in dediği gibi; “Devrim kadrosu kendiliğinden oluşmaya başlıyor.”
***
Yıllar sonra ilk defa gerçekten 19 Mayıs.
Toplumların tepkisini gösteren sinir uçları pozisyonunda kurum ve kuruluşlar vardır. Bu kurumlar son 15 yılda kumpas davalarla, operasyonlarla törpülendi. Yok edilme noktasına geldi.
Yıllarca “nasıl olsa ordu var, nasıl olsa yargı var, nasıl olsa muhalefet partileri var” diyen vatanseverler, artık bu kurumların bu işlevde olmadığını kabul etmek zorunda kaldı. Bu gerçekle yüzleşti. Bu yüzleşme sırasında önce afalladı, ne yapacağını bilemedi. Gençliğe Hitabe‘deki tüm aşamaların gerçekleşmesi, Bursa Nutku sürecinin başladığının habercisiydi:
“Türk genci devrimlerinin bekçisidir.”
Türk gencinden kastedilenin ne olduğunu da bizzat kendisi açıkladı:
“Genç fikirli demek, doğruyu gören ve anlayan gerçek fikirli demektir.”
Ülkesinin durumunun farkında olan bu ülkenin vatansever insanları, kurum ve kişilerden medet ummaması gerektiğinin farkına varmaya başladı.
Dip dalgası yükseliyor.
Bu aşamada yapılması gereken, 20 yıl önce yine toplumda yükselen “Ulusal dip dalgası”nın nasıl engellendiğini, tasfiye edildiğini görmek. Aynı tuzağa bir kez daha düşmemek.
Bu cephenin ihtiyacı olansa çatı aday değil, sağlam bir çatı, sağlam bir zemin.
Ve de bu çatıyı oluşturacak doğal önderler.
Süreç bir elek gibi sallıyor toplumu yönlendirme iddiasında olan siyasi aktörleri. Mevcut aktörlerin tamamına yakını 16 Nisan’da un ufak oldu. Toplum, hassasiyetlerine ve dinamizmine karşılık verebilecek yeni liderleri elbette çıkaracak. Bu aşamada yaşanan kaygı, doğum öncesi yaşanan sürecin sancısı.
Bu aşamaya kadar yaşananlar ve sonrasında yapılması gerekenler için Nutuk’a bakmak yeterli, çünkü zaman yine O’nu haklı çıkarıyor, hem de hiç olmadığı kadar:
“Millet, tarihin, ancak devletlerin yıkılış ve çöküş gibi bunalımlı zamanlarında kaydettiği çok önemli ve tehlikeli anları yaşıyordu. Böyle anlarda, talih ve kaderini doğrudan doğruya kendi eline almakta gaflet gösteren milletlerin, gelecekleri karanlık ve felâketlerle doludur.
Türk milleti bu gerçeği anlamaya başlamıştı. Bu kavrayış sonucuydu ki, kurtuluş ümidi vadeden her samimî işarete koşmaktaydı. Ancak, bir toplumun, uzun yüzyılların uyuşturucu yönetim ve terbiyesinin etkisinden bir günde, bir yılda kurtulup serbest kalabileceğini düşünmek ve kabul etmek doğru değildir.
Bu sebeple, durumu ve gerçeği bilenler, ellerinden geldiği kadar, bağlı bulundukları millete ışık tutup yol göstererek, ona kurtuluş hedefine yürümekte önderlik etmeyi en büyük insanlık görevi bilmelidirler.”
Türk ulusu, “fısıltısıyla” bile birilerinin uykularını kaçıran potansiyelinin farkına tam olarak vardığı noktada hiçbir dahili ve harici bedhah karşısında duramayacaktır.
Bir gerçek, yaklaşık yüz yaşında ve henüz uyan(a)mamışları da uyandırma görevinde:
“Mustafa Kemal bu topraklarda hiçbir zaman yenilmez!”
ÇAĞDAŞ BAYRAKTAR
19.05.2017
Yorum Ekle