Ve Rakka operasyonu başladı. ABD’nin ağır silahlarla donattığı PKK’nın Suriye kolu YPG, Rakka’ya girdi. Operasyon başlamadan önce oldukça tartışılan bir konu vardı. O da bu operasyonda Türkiye’nin rolünün ne olacağıydı. Türk askeri Rakka’da YPG ile birlikte mi savaştırılacaktı? Türkiye, ABD’nin YPG’ye açıktan mühimmat sağlamasını kabul mü edecekti?
İşte tüm bu sorular eşliğinde başladı operasyonlar.
Rakka operasyonuna giderken yaşanan sürece bir göz atalım önce.
16 Mart 2017’de Pentagon’dan operasyona dair ilk bilgiler gelmişti. IŞİD’e karşı yürütülen Doğal Kararlılık Operasyonu Birleşik-Ortak Görev Gücü Sözcüsü Albay John. L. Dorrian, Rakka’yı IŞİD’in elinden geri almak için düzenlenecek operasyona YPG’nin kesin olarak katılacağını, Türkiye’nin olası rolünün de görüşülmekte olduğunu söylemişti.
Bu gelişmeden yola çıkarak aynı gün şunları kaleme almıştık:
“Türk askeri YPG ile birlikte mi çatışacak?
Erdoğan bağırıp duruyor: ‘VayPiCi (YPG) terör örgütüdür. Bir terör örgütüyle diğer terör örgütüne karşı mücadeleyi kabul etmeyiz.’
Pentagon’un iddiasına göre Rakka’daki operasyonda Türkiye’ye de rol verilebilir.
Eğer YPG’nin katıldığı operasyona Türk askeri de katılırsa bir kez daha ‘kırmızı çizgiler’ silinmiş olacak. Fırat Kalkanı harekatının amacının aslında Kürt koridorunu önlemek için değil Türk askerinin IŞİD’i bölgeden temizleyip ‘birilerine’ bırakmak için strateji ve kara gücü olarak görev yaptığı ortaya çıkacak.
Bunu şehit analarına anlatamazsınız.
Gelişmelerin takipçisi olacağız.”
Peki şimdi neyle karşı karşıyayız?
Burada Başbakan Binali Yıldırım’ın Rakka operasyonunun başladığını ilk kez duyurduğu o açıklamaya göz atalım:
“2 Haziran’ı 3 Haziran’a bağlayan gece daha önce planlanan Rakka operasyonu başlatıldı. Bu konuda ABD gerekli bilgilendirmeyi operasyon öncesinde yaptı. ABD’nin uyguladığı yönetimi tasvip etmiyoruz. Bu konuda her düzeyde rahatsızlığımızı ifade ettik ancak onlar bize, ‘Bunun bir seçim olmadığını, mecburiyet olduğunu ve bu operasyon sonrası PYD/YPG ile ilişkilerin uzun süreli devam ettirilmeyeceğini, taktiksel bir iş birliği olduğunu’ ifade ettiler ve bize gereken güvenceleri verdiler. Verilen güvence ne? Burada kullanılacak silahların daha sonra ülkemizde terör gruplarının eline geçmemesi. Süreci yakından takip ediyoruz. Bizim değişmeyen bir stratejimiz var, ülkemizi tehdit eden terör grupları ister yurt içinde isterse yurt dışında olsun, adı da ne olursa olsun PKK/PYD/YPG, DEAŞ, DHKP-C, ne kadar örgüt varsa hepsi bizim için aynıdır, hedeftir.”
*
Sorulacak çok soru var tabi ki…
Onlardan en önceliklisi şu:
Türk ordusu Rakka operasyonunun neresinde?
Harekat planında yer aldığı söylenen Türkiye, Türk askerini YPG terör örgütüyle sırt sırta mı çarpıştıracak, yoksa koalisyon gücünün bir üyesi olarak mı katılacak operasyonlara, merak konusu.
Şayet Türkiye operasyonda yer almıyorsa bu, Suriye’den çekilecek anlamına mı geliyor?
Bu takdirde Fırat Kalkanı operasyonuyla IŞİD’ten temizlenen bölgeler kimin kontrolüne bırakılacak?
Fakat tüm bu sorulardan önemlisi, Türkiye’nin ABD-YPG ortak yapımı operasyona razı olmasıdır.
AKP ve saray avanesi, Türkiye için terör örgütü sayılan ve ülke sınırları içerisinde yüzlerce vatan evladını kurban verdiği emperyalist virüs PKK’nın Suriye kolu YPG’ye, ABD tarafından ağır silahlar verilmesine nasıl izin vermiştir ve göz yummuştur?
Sayın Başbakan, “Rakka operasyonunda YPG tarafından kullanılacak silahların daha sonra ülkemizde terör gruplarının eline geçmemesi konusunda ABD bize güvence verdi. Bu konuda her düzeyde rahatsızlığımızı ifade ettik ancak onlar bize, ‘Bu işbirliğinin bir seçim olmadığını, mecburiyet olduğunu’ söyledi” diyorsunuz.
Sorarız size:
“Bir terör örgütüyle diğer terör örgütüne karşı mücadeleyi kabul etmeyiz”den, “ABD istedi, biz de kabul ettik”e nasıl geldiniz?
Terör gruplarını CIA laboratuarlarında üretip Orta Doğu’da ilerlemek için piyon olarak kullanan ABD, hangi sözünü tutmuştur da bugün ABD’nin teminatı ile hareket ediyorsunuz?
Acaba bu teslimiyetçilik, -bu başlı başına bir yazı konusu olsa da- Reza Zarrab’ın ABD’de yargılandığı mahkemeye vereceği ifadeler karşılığında, Suriye’nin kuzeyindeki sözde “Kürt koridorunu” tanıyacağınız anlamına mı geliyor?
Neden mi böyle söylüyoruz?
Reza Zarrab’ın avukatlığını üstlenen eski New York Belediye Başkanı Rudy Giuliani ve eski ABD Adalet Bakanı Michael Mukasey’in mahkemeye verdikleri ifadeleri duymamız, parçaları nasıl böyle birleştirdiğimize yardımcı olacaktır.
Hem Giuliani hem de Mukasey, Zarrab davasında alacakları rolü kendi ağızlarından mahkemeye resmen şu ifadelerle bildirdiler:
“ABD ve Türkiye hükümetleri arasında, Zarrab’a fayda sağlayacak şekilde, ABD ulusal çıkarlarına uygun bir anlaşma yapılmasını sağlamak…”
Her iki avukat da bu amaçla Türkiye’ye giderek Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’la görüştüklerini, bu görüşmeden hemen önce de Ankara’da ABD Dışişleri Bakanlığı’ndan bir yetkiliden brifing aldıklarını bildirdiler.
Erdoğan görüşmesinden önce hem Zarrab hakkındaki iddianameyi yazan savcılığa hem de ABD Adalet Bakanı’na bilgi verdiklerini aktaran Giuliani ve Mukasey, “ABD ulusal çıkarlarına uygun anlaşmayı” sağlamak için, Türk yetkililerle görüşmelerin süreceğini de ifade ettiler.
Her iki avukatın ifadesinde, “hem Türk hükümeti hem de Amerikan hükümeti böyle bir anlaşmaya açık duruyorlar” cümlesi yer alıyor.
Sanırım şablon daha net oluştu kafamızda.
Şimdi yukarıda sorduğumuz soruyu tekrar anımsayalım:
Acaba bu teslimiyetçilik, Reza Zarrab’ın savcıya vereceği ifadeler karşılığında Suriye’nin kuzeyindeki sözde “Kürt koridorunu” tanıyacağınız anlamına mı geliyor?
Evet, sorularımız da kaygılarımız da açık.
Bu sorularımıza bir an önce cevap verilmeli.
Toplumsal muhalefet mekanizması harekete geçmeli, süreç yakınen takip edilmelidir.
Çünkü Türkiye’nin Rakka’daki duruşu bölünmeye karşı duruşunu da tescilleyecektir.
Mehmet Anıl PARLAK
06 Haziran 2017
DİPÇE:
Yorum ekle