Üçüncü Yol 1919

MİLLİ VURGU BİR YERE KADAR CANINA CAN “KATAR”, YA SONRA?

“Orta Doğu’da kimin ne zaman kiminle dost, kiminle düşman olacağı belli değildir. Orta Doğu, kum ve petrolün oluşturduğu bir çamur deryasıdır. Türkiye, bu çamurun uzağında durmalıydı. Ancak ABD siyaseti buna izin vermedi.”

[ Uğur Mumcu – Cumhuriyet / (01.03.1991) ]

***

Yıl 1953’tü, döneminin Amerika Dışişleri Bakanı Bay Dulles, yine ülkemizin başında bir “dünya lideri” olduğu için şu cümleyi kurabilmişti:

“NATO’nun en ucuz askeri Türk askeridir; bize 23 Cent’e mal oluyor.”

Yine o dönem de anayasaya, meclise çok saygılı bir dünya liderimiz ülkemizin başında olduğu için kimseye sorulmadan “Türk Memet” sürülmüştü göreve, Kore’ye!

Ne kadar da tanıdık değil mi?

Dulles, Türk askerine 23 sent fiyat biçince Nazım da önemli bir hatırlatma yapmıştı:

“Yalnız bir mesele var Mister Dallas,
herhalde bunu sizden gizlediler.
Size yirmi üç sente sattıkları asker,
mevcuttu üniformanızı giymeden önce de,
mevcuttu otomatiksiz filan,
mevcuttu sadece insan olarak,
mevcuttu,
tuhafınıza gidecek,
mevcuttu
hem de çoktan mı çoktan
daha sizin devletin adı bile konmadan.
Mevcuttu, işiyle gücüyle uğraşıyordu,
mesela Mister Dallas,
yeller eserken yerinde sizin New York’un,
kurşun kubbeler kurdu o,
gökkubbe gibi yüksek,
haşmetli, derin.
Elinde Bursa bahçeleri gibi nakışlandı ipek.
Halı dokur gibi yonttu mermeri
ve nehirlerin bir kıyısından öbür kıyısına
ebem kuşağı gibi attı kırk gözlü köprüleri.
Dahası var Dallas,
sizin dilde anlamı pek de belli değilken henüz
zulüm gibi,
hürriyet gibi,
kardeşlik gibi sözlerin,
dövüştü zulme karşı o,
ve istiklal ve hürriyet uğruna
ve milletleri kardeş sofrasına davet ederek
ve yarin yanağından gayri her yerde,
her şeyde,
hep beraber
diyebilmek için,
yürüdü peşince Bedrettin’in;
O, tornacı Hasan, köylü Memet, öğretmen Ali’dir,
Kaya gibi yumruğunun son ustalığı,
922 yılı 9 Eylül’üdür.
Dedim ya, Mister Dallas,
Herhalde bütün bunları sizden gizlediler.
Ucuzdur vardır illeti.
Hani şaşmayın,
yarın çok pahalıya mal olursa size
bu 23 sentlik asker,
yani benim fakir, cesur, çalışkan milletim,
her millet gibi büyük Türk milleti.”

***

Bir askerin şehit olmasının bedelini 10 terörist olarak belirleyenler -ki buna da çok şükür(!) daha düne kadar asker bile değil “kelle”ydi aynı askerler-, Yunanistan tarafından işgal edilip üstünde Yunan komutanlarca mangal partileri yapılan adalara ses çıkarmayanlar, idare-i maslahatın ruhlarına işlediği atalarına bile rahmet okuturken, bir de ne öğreniyoruz, Katar’a asker yolluyoruz!

Öğreniyoruz da şaşırmıyoruz!

Ne diyordu yazar?

“Çıldırmamız gerek ama yadırgamıyoruz.”

***

Kamera meclise döner, m-illetin vekiline yaklaşır:

Vekil meclise gider, dilinde millet, yakasında ay yıldızlı rozetiyle beraber. Elini, kaldırarak elini kana bulamayı alır göze, aklında vatan, millet, askerin ailesi cenazesi değil, en yakın bankamatiğin nerede olduğu sorusu vardır, meclisin bombalanan ama hala sergilenmeye devam eden, bugün çadır ile ziyaretçilerini bekleyen bölgeden geçerek ilerler hedefine. Bir ekstra maaştır belki de vatan evlatlarının canının bedeli, onlara göre.

Evet, hâlâ dışarıdan bakıldığında insan sanılan ama Katar’a gönderilen askeri “Katar’dan gelen sıcak para” ile açıklamaya çalışan canlılar vardır. Ve maalesef bu ülkede söz hakkına da sahiptir onlar. Onlar diyorum; çünkü sayıları birden epeyce fazladır.

Türk askerinin fiyatının “maddiyat” üzerinden belirlenme “geleneği” Menderes‘ten bugüne devam etmektedir.

Son 15 yılda evlerine gittiklerinde ceketlerinin fermuarlarını bile kurdele kesip konfeti atarak “açanlar”, üretime dayalı ve dair her şeyi satıp kapattıkları yüzlerce fabrikanın yerine tek bir fabrika bile açmadıklarından, sıcak parayla döndürülür ekonomi, geriye de tek bir ihraç ürünü kalır: “Türk askeri”.

MİLLİYETÇİLİK KUMARI

Ekran buğulanır, kamera kapalı kapıları aşarak odaya girer:

—Ne vereyim efendime?
—Sen bize ne yap biliyor musun; algı operasyonu hazırla, en yüksek bütçelisinden. İçinde bolca asker dizisi olacak ama asker dizisinde Atatürk olmayacak, Türklük en fazla şeklen olacak, içerisi asla doldurulmayacak!
—Ama beyim, o zaman asker dizisinden geriye ne kalacak…
—Ben anlamam, sen yapacaksın olacak; hayaldi, gerçek olacak!

Kamera yeniden bugünümüze döner, dünümüzü anımsatarak.
Biz bunu da bu “Orta Doğu” kumarını da Falih Rıfkı Atay’ın “Allahaısmarladık“ından hatırlarız:

“(…)
Bir sabah kumandanın odasına girdiğim zaman gözlerinin ağlamaktan yorulmuş olduğunu gördüm. Kudüs İngilizlerin elinde idi.

Oradaki son Türklerin nasıl kahramanca vuruştuklarını masamın üstünde aldığım şifreli telgraftan okudum. Kudüs’ü İsrailoğulları gibi bırakmadık. Türkler gibi bıraktık. Karargâh içinde ‘Kudüs düştü!’ sözü ölüm haberi gibi yayıldı. Daha şimdiden Beyrut’a, Şam’a, Halep’e gözyaşlarımızı hazırlamak lazımdı.

Artık yalnız Anadolu’yu ve İstanbul’u düşünüyorduk. İmparatorluğa, onun bütün rüyalarına ve hayallerine Allahaısmarladık!..

Tren giderken iki tarafımızda Suriye ve Lübnan’ı safra gibi boşaltıyoruz….

(…)
Kumandan harap Anadolu topraklarını gördükçe,

—Keşke vazifem buralarda olsaydı, diyor…
—Eğer kalırsam diyor, bütün emelim Anadolu’da çalışmaktır.

Eğer kalırsa, eğer bırakırlarsa, Anadolu hepimize hınç, şüphe ve güvensizlikle bakıyor…

(…)
İstasyonda bir kadın durmuş, gelene geçene;

“Benim Ahmed’imi gördünüz mü?” diyor. Hangi Ahmed’i? Yüz bin Ahmed’in hangisini? Yırtık basmanın altından kolunu çıkararak trenin gideceği yolun, İstanbul yolunun aksini gösteriyor, “Bu tarafa gitmişti.” diyor.

O tarafa? Aden’e mi? Medine’ye mi? Kanal’a mı? Sarıkamış’a mı, Bağdat’a mı?

Ahmed’ini buz mu, kum mu, su mu, skorpit yarası, tifüs biti mi yedi bitirdi?

Eğer hepsinden kurtulmuşsa, Ahmed’ini görsen, ona da soracaksın:

“Ahmed’imi gördün mü?”

Hayır… Hiçbirimiz Ahmed’ini görmedik. Fakat Ahmed’in her şeyi gördü. Allah’ın Muhammed’e bile anlatamadığı, cehennemi gördü. Şimdi Anadolu’yu, batıdan, doğudan, sağdan, soldan bütün rüzgârlar bozgun haykırışarak esiyor. Anadolu demiryoluna, şoseye, han ve çeşme başlarına inip, çömelmiş oğlunu arıyor. Vagonlar, arabalar, kamyonlar, hepsi ondan, Anadolu’dan utanır gibi, hepsi İstanbul’a doğru perdelerini kapamış, gizli ve çabuk geçiyor.

Anadolu Ahmed’ini soruyor. Ahmed, o daha dün bir kurşun istifinden daha ucuzlaşan Ahmed, şimdi onun pahasını, kanadını kısmış, tırnaklarını büzmüş, bize dimdik bakan ana kartalın gözlerinde okuyoruz.

Ahmed’i ne için harcadığımızı bir söyleyebilsek, onunla ne kazandığımızı bir anaya anlatabilsek, onu övündürecek, bir haber verebilsek…

Fakat biz Ahmed’i kumarda kaybettik!”

***

Ülkenin yapısı gereği, herkes kafasına göre yorumlasa da hiç yok sayılamayan bir “milli” damar vardır bu ülkenin neredeyse her yurttaşında. Atalarının gördüğü ve direndiği işgal, sosyal gen aktarımıyla bastırılmaya çalışılsa da mevcuttur bünyede.

O(nlar) da çok iyi bilir bunu, o yüzden oynamak zorundadır milli duygulara, sıkıştıkça sığınır “milliyetçilik” damarına.

Ama bu, zorunlu bir kumardır, sen ne kadar “ümmetçilik” eksenine çekmeye çalışsan da ırk ve mezhep ekseninde olmayan “Türkçülük”e evrilmesi de kolaydır ve diyalektik diye bir gerçek, senin yok saymanla yok olmaz, vardır.

Seni milli sananlar dahil homurdanıyor inceden, farkında mısın? (İnanmıyorsan il başkanlarına sor, malum onlar hakimdir halkın eğilimlerine de sen onları bakanlarından bile fazla önemsersin.)

En istemeyeni bile sorgulamaya itiyor yaşananlar.

Dikkat et de o besleyerek beslenip bu sayede ayakta kalacağın “milliyetçilik” hiç istediğin yere evrilmesin -ki gidişat onu gösteriyor-.

Yoksa maazallah bir karikatüre dönersin, karikatürdeki repliklerin öznesi olarak:

“Ülkenin birinde çok zalim bir kral varmış. Halkına hep eziyet edermiş, kimse hakkını arayamaz olmuş, halkına hep şöyle seslenirmiş:

‘Size mi soracağım lan fakirler, kralım ben!'”

(2017 şartlarında bu cümle, “Ey çapulcular, beni milletim seçti, ben milletimin iradesiyim, ‘çalınarak’ da olsa.” şeklinde ifade ediliyor olabilir.)

Karikatürde halkın tepkisini ve kralın sonunu karikatürü bilenler bilir.

Nazım’ın Dulles’i uyarısı, güncelliğini korumakta. Ama uyarının kapsama alanı da muhatap yelpazesi artık daha geniş:

Hem yabancıya hem de sorsan en “yerli” ve “milli”ye!

Velhasıl, birisi “tek yetkili”ye elden ele iletsin:

Bu kumarda “hile” ile dahi kazanamazsın, umarım bunun “idrak”ı, -sen zaten umurumuzda değilsin de- bu ülkeye pahalıya mal olmaz.

ÇAĞDAŞ BAYRAKTAR
9 HAZİRAN 2017

Çağdaş Bayraktar

Yorum Ekle

Bir Cevap Yazın

Follow us

Don't be shy, get in touch. We love meeting interesting people and making new friends.

Most popular

Most discussed