Vakanın Girişi ve Kısa Tarihçesi
1960 Mayıs’ında Türkiye’de yaşanan askeri müdahalenin etkisiyle dikkatler, Türk siyasetinin içeride ve dışarıda yeniden yapılanmasına yönelmiştir. Uluslararası siyasette de o döneme şekil veren politikalarda Küba Füze Krizi (1962) belirleyici olmuştur. Darbeden önce, Menderes hükümeti, Eisenhower yönetimi ile anlaşarak, Ekim 1959’da Türkiye’de 15 adet Jüpiter füzesi kurulmasını kabul etmiştir. Bu anlaşma Türk Dışişleri Bakanlığı’nın bazı üyeleri tarafından eleştirilse de darbeden sonra kurulan İnönü hükümeti, en azından bu füzelerin askeri gücü sembolize ettiğine inanıyordu. Füzeler 1961’de İzmir yakınlarındaki bir üsse yerleştirildi ve 1962 baharına kadar aktif kullanım tehdidi ortaya çıkmadı. Ekim 1962’de Rusya’nın Küba’ya nükleer başlıklı füzeler yerleştirerek misilleme yapması, dünyayı nükleer savaş tehdidi altına soktu. 26 Ekim’de Kruşçev’in Kennedy’ye yazdığı mektup, “ABD’nin adadaki ablukasını kaldırması” ve “Küba’ya saldırmaması” şartıyla Rusya’nın füzelerini geri çekeceğini söyleyerek krizin bitiş rotasının çizelgesini vermiş oldu. Amerika bunu ilk etapta kabul etmeyince süreç uzamış olsa da bir süre sonra bu şartlar üzerinde anlaşabildiler. Bu süreçte Türkiye’nin dış politika tercihleri genel olarak NATO etrafında yani Batı ekseninde şekillenmiştir. Gönlübol’un ileri sürdüğü gibi, “Türk hükümeti temel NATO politikasında hiçbir değişiklik yapmadı ve buna gerek olmadığı görüşünü defalarca dile getirdi.” (Gonlubol, 1975, 23) Bu doğrultuda bu makale genel olarak uluslararası politikayı ve özel olarak da Türk Dış Politikasını etkileyen Küba Füze Krizini yapısalcı uluslararası ilişkiler teorisi etrafında inceleyecektir.
Teorik Çerçeve ve Vakanın Analizi
Uluslararası İlişkiler Teorisyeni Alexander Wendt, devlet kimliğinin büyük ölçüde uluslararası sistem tarafından inşa edildiğini savunmaktadır. (Wendt, 1999, s.20). Ona göre “yapısalcılığın” ana ayağını şekillendiren can alıcı fikir “toplumun yapısının maddi güçlerden çok fikirlerden oluşması”dır (Wendt, 1999, s. 20-25). Yapı, bu anlamda, özneler arası anlayış, anlamlar arasındaki korelasyon, kaynaklar, güç ve maddi yetenekler alanı içinde inşa edilen materyal ile tanımlanır. Buna ek olarak, yine uluslararası ilişkiler teorileri üzerine çalışan Roxanne Lynn Doty de “kimlikler ve çıkarların karşılıklı olarak birbirini kurduğunu ve dış politikayı şekillendirdiğini” iddia ederek, dış politikanın bir tür sosyal yapı olduğunu öne sürer (Doty, 1993, 297-320). Bu nedenle, yapısalcı düşünürler kimlikleri inşa edilmiş olarak ve onları devletin çıkarlarını belirleyen temel bağlam olarak nitelendirirken, realistler, anarşik sistemin yapısı ve onun dayattığı kimlik tarafından belirlenen çıkarlarla ilgilenirler. Dolayısıyla, Jeffrey Checkel’in iddia ettiği gibi, realistler için ana konum “ulusal çıkarları savunmak” olurken; yapısalcılar, dış politikayı şekillendirebilecek kimlikleri göz önünde bulundurarak “ulusal çıkarları tanımlama” düşüncesini irdelerler. (Checkel, 2008, 75)
Teorik arka plan çerçevesinde Türk devlet kimliği, Küba Füze Krizine yönelik dış politika hamlelerine anlam vermede çok önemli bir role sahiptir. Modern tarihi, özellikle 19. yüzyıldan bu yana, kendi içinde Batı kimliğini inşa etmeyi ve modernleşmeyi hedefleyen süreçle çevrilidir. Oral Sander’in iddia ettiği gibi, “Batı ile yakın ilişkiler kurarken ortaya çıkan bu temel eğilim, Türkiye’nin güvenliğine ve toprak bütünlüğüne yönelik bir tehdidi engellemeyi amaçlayan sınırlı ve geçici bir politika tercihi olarak tanımlanamaz; ama şaşılacak kadar sürekli bir politika tercihidir.” Bu bağlamda, Türkiye’nin dış politikasına yön veren temel motivasyonun “Batılı aile milletlerinin bir üyesi” olma isteği olduğu söylenebilir (Bozdağlıoğlu, 57, 2004).
Türkiye’nin siyasi tarihinde bu kimlikten etkilenen olay Küba Füze Krizi olmuştur. Bu kimlik ekseninde belirlenen politikalar iki şekilde incelenebilir. Birincisi, Türkiye’nin karar alıcıları, bu kimliği sorgularken NATO ve Batı’ya paralel bir politika izlemişlerdir. Bu bağlamda, Çelik, “bu dönemde Türk karar vericilerin Batı’nın ve NATO’nun Türk çıkarlarını koruma konusundaki kararlılığını ciddi şekilde sorguladığını ve Ankara’nın dış politikasını çeşitlendirmenin yollarını aramaya yönelttiğini” savunmaktadır (Çelik, 1999, 47). Jüpiter füzelerinin konuşlandırılmasına ve Rusya’ya karşı cephenin oluşturulmasına izin veren Batı odaklı bir politika tercih edilmesi, Türkiye’yi bir hedef haline dönüştürmekle kalmayıp ayrıca “Washington’da alınan kararlara karşı savunmasız” bırakmıştır (Kuniholm, 2019, 53). Örneğin Türkiye, krize yönelik dış politikasını NATO ve Batı ekseninde aktif olarak gösterse de ABD tarafından barış müzakerelerine davet edilmemiştir. Nitekim Türkiye’nin aktif olarak katıldığı bu kriz şu cümlelerle ifade edilmiştir: “[Türkiye] Amerikan oyununda bir piyondan başka bir şey değildi.” (Kuniholm, 2019, 54). İkincisi, Türkiye’nin krize yönelik dış politikası, realistlerin iddia ettiği gibi yalnızca ulusal çıkar ve güvenliğe değil, genel olarak Batı ile ve özel olarak da ABD ile tarihsel olarak özdeşleşme bağlamına dayanmaktadır, çünkü realistlerin iddia ettiği gibi ise Türkiye, sistemin verdiği ulusal çıkarları dikkate alarak, en kötü senaryoda bile en azından tarafsız olmayı tercih edecektir. Ancak NATO ve Batı çevresinde geliştirilen dış politikalar ve bu dönemde tarafsız kalmama tercihi, Oral Sander’in iddia ettiği gibi resmi kimliğin ve “şaşırtıcı sürekliliğin” Türkiye’yi Batı odaklı bir dış politika şekillendirmeye yönelttiğini gösteriyor. Bu bağlamda, sosyolog Pierre Bourdieu’nun alan teorisine atıfta bulunarak, Küba Krizi durumunda Türkiye’nin konumunu netleştirmek için argümanımızı derinleştireceğiz.
Bourdieu’nun teorisi yapı/alan ve faillikten oluşur. Ona göre yapı, esas olarak kolektif tarihin ürünü olarak temsil edilmektedir. Bu kolektif tarih, aktörlerin seçimlerini şekillendirmektedir. Teorik arka plandan hareketle söyleyecek olursak, kolektiflik, Osmanlı’nın Kırım Savaşı’nda Rusya’ya karşı Batı’yla müttefik olması ve genel olarak Soğuk Savaş’ta NATO’yla Batı’ya yüksek bağı, özelde ise Küba Füze Krizi gibi örneklerle şekillenmiştir. Türkiye’nin karar alıcılarının, krizin olumsuzluklarına rağmen, kriz sırasında Batı ile ittifak yapmayı tercih etmeleri bu kolektif yapının (toplu savunma ve kolektif güvenlik -NATO) bir ürünüdür. Ayrıca “ulusal çıkarların tanımlanması” yaklaşımı, Türkiye’nin kriz sırasında neden tarafsız kalmadığını anlamak için bir kilometre taşı olacaktır. Steve Smith’e göre, ulusal çıkar kavramının gücü analitik güce değil, “sağduyulu çekiciliği”ne dayanmaktadır (Smith, 1986, 23-26). Başka bir deyişle, kavramın gücü rasyonelliğinden değil, psikolojik ve duygusal çekiciliğinden kaynaklanmaktadır. Bu nedenle, bu füzelerin kışkırtıcı ve askerî açıdan zayıf olmasına rağmen, konuşlandırılmaları, onları kullanmanın siyasi meşruiyetini haklı çıkarmak için psikolojik ve duygusal bir çerçeveye işaret ediyor. Bruce Kuniholm’un söylediği gibi “Türkler, kendi topraklarında ve bir şekilde kendi ellerinde bir silahla daha güvende hissettiler. Sürece katılabilmeleri ve kontrolü paylaşabilmeleri onların bakış açısından önemliydi. Türkler, Jüpiterleri Türkiye’ye yönelik bir Sovyet saldırısına karşı ittifakın atom silahlarını kullanma kararlılığının sembolü olarak görüyorlardı” (Kuniholm, 2019, 53).
Kısacası, yüzyıllardır “öteki” olarak inşa edilen Rusya’ya karşı güç elde etmek ve bunu Batı ile ittifak yoluyla elde edilen siyasi meşruiyetle kullanma şansı elbette “milli çıkar” olarak değerlendirilebilir. Bu füzeler rasyonel anlamda “ulusal bir çıkarı” temsil etmese bile, sosyal olarak inşa edilmiş inanç ve bilgi “ulusal çıkar”ın ne ve nasıl olabileceğini değiştirebilmektedir. Başka bir deyişle, bu politika seçimi, füzelerin elde edilmesi Batı ile paylaşılan kolektiviteyi ve kimliği güçlendireceğinden ulusal çıkarlarla çelişmez.
Sonuç olarak, Türkiye’nin Küba Füze Krizi’ne yönelik dış politika tercihi üç ilke üzerine inşa edilmiştir: “kimlik”, “Batı ile kolektiflik (yapı)” ve milli çıkar örneğinden de görülebileceği gibi “inşa edilmiş bilgi”. Diğer bir deyişle, Türkiye’nin genel olarak dünya sistemi ve özelde Batı ile geliştirdiği özgül ilişki, Küba Krizinde görüldüğü gibi dış politika tercihlerine de yansımaktadır. Kısacası, Türkiye’nin Batı ile tarihsel olarak özdeşleşmesi hem ulusal çıkarlarını hem de Küba Füze Krizine yönelik dış politikasını belirlemiştir.
Soner EMEÇ
28 Şubat 2021
REFERANSLAR:
– Bozdağlıoğlu, Y. (2004). Turkish foreign policy and Turkish identity: a constructivist approach. Routledge.
– Bruce Kuniholm, “Turkey and the West since World War II,” in Turkey Between East and West: New Challenges for a Rising National Power, ed. Vojtech Mastny and Craig Nation (Boulder: Westview Press, 1996), s. 53.
– Çelik, Y., & Levine, Y. C. (1999). Contemporary Turkish foreign policy. Greenwood Publishing Group.
– Checkel, J. T. (2008). Constructivism and foreign policy. Foreign policy: Theories, actors, cases, 71-82.
– Doty, R. L. (1993). Foreign policy as social construction: A post-positivist analysis of US counterinsurgency policy in the Philippines. International studies quarterly, 37(3), 297-320.
– Gönlübol, M. (1975). Nato, USA and Turkey. Kemal H. Karpat, et al., Turkey’s Foreign Policy in Transition.
– Guzzini, S. (2000). A reconstruction of constructivism in international relations. European journal of international relations, 6(2), 147-182.
– Hale, W. (2012). Turkish foreign policy since 1774. Routledge.
– Kınacıoğlu, M. (2017). NATO-Turkey relations: From collective defence to collective security. In Turkish Foreign Policy (pp. 83-103). Palgrave Macmillan, Cham.
– Kuniholm, “Turkey and the West since World War II,” s. 54.
– Kuniholm, B. R. (2019). Turkey and the West Since World War II. In Turkey Between East and West (pp. 45-70). Routledge.
– Sander, O. (1999). Türkiye’nin Dış Politikası s. 69.
– Smith, Steve. 1986. “Theories of foreign policy: An historical overview.” Review of International Studies 12(1): 13–29.
– Wendt, A. (1999). Social theory of international politics (Vol. 67). Cambridge University Press.
Yorum Ekle