Kültürel kalkınmanın enerji merkezi sanattır. Tiyatro da, bu enerji merkezinin kısa yoldan etki sağlayan bir santralidir. Sahne, özvarlığımızı fark etmemize yarayan şeylerin, mutlulukların acıların, sevgi ve nefretlerin, üstünlük ve zayıflıkların şaşmaz, büyülü aynasıdır.
Tiyatro; bir hikâye, onu oynayan oyuncusu ve seyircisiyle birlikte bir yaşantıyı, geri bildirimli karşılıklı bir ilişkiyi ifade eder. Diğer sanat disiplinlerindeki tek uçlu bir ilişkiden çok farklı bir enerjinin açığa çıkması demektir bu. Toplumsal yaşama, insanın eylemine yönelik olduğu için de, daha geniş bir kalabalığın katılımı, açığa çıkan enerjinin yoğunluğunu arttırır.
Gelişmiş insanlar için tiyatro vazgeçilemeyen bir gereksinimdir. Onun için de, gelişmiş ülkelerde yaşamsal bir önemi vardır. İkinci Dünya Savaşı’nda hava saldırılarında bombalarla yerle bir olmuş Almanya’nın kısa bir süre sonra Avrupa’nın ekonomik açıdan en güçlü devletlerinden biri durumuna gelmesi üzerine, Federal Almanya’nın ilk Şansölyesi Konrad Adenauer’e, “Alman Mucizesi” denilen ekonomik kalkınmalarını neye borçlu olduklarını sorduklarında, Adenauer şaşırtıcı sanılabilecek bir yanıt vermiştir: “Tiyatroya! Onun için de her şeyden önce tiyatro binalarımızı yaptık.”
Aslında, hiç de şaşırtıcı bir yanıt değildir bu. İkinci Dünya Savaş’nın külleri altında kalan tüm gelişmiş ülkelerde, ilk onarılan ve yeniden yapılan binalar, tiyatro ve opera binaları olmuştur.” [1]
***
Aynı durum, emperyalistlere karşı halkı ile beraber büyük bir bağımsızlık mücadelesi veren Türkiye Cumhuriyeti için de geçerlidir. Ekonomik, siyasi, toplumsal kalkınmaya verdiği önemle bir ülkeyi adeta yeniden kodlayan, kültürel kalkınmayı da aynı ölçüde gerekli gören Atatürk sayesinde sanatın önemli bir dalı olan tiyatro, Cumhuriyet Türkiyesi’ndeki karşılığını çok hızlı buldu. Atatürk’ün teşvikleriyle Cumhuriyet, Türk tiyatrosuna büyük bir ivme kazandırdı.
İlk temsillerde Atatürk bulundu
Osmanlı döneminde kurulan Dar’ül Bedayi, 1931’de İstanbul Belediyesi’ne bağlandı. 1934’te ise adı “İstanbul Şehir Tiyatroları” oldu. Tiyatro ve operetleriyle büyük ilgi çekiyordu. Tiyatro sanatının yurda yayılmasında Halkevlerinin büyük hizmetleri görüldü. Ankara Halkevi sahnesinde Akın (1932), Çoban (1932), Mavi Yıldırım (1932) oyunlarının ilk temsillerinde Atatürk de hazır bulundu. Ankara Devlet Konservatuarı Tatbikat Sahnesi’nde gerçek anlamda ilk oyunların temsilinden sonra Ankara’da Devlet Tiyatrolarının kuruluşuna giden yol açıldı.
Tiyatroyu Türkiye’de çağdaş bir sanat alanına dönüştürme yolunda ilk büyük katkı ünlü tiyatro ve sinema adamı Muhsin Ertuğrul’dan geldi. 1927’de, Dar’ül Bedayi’nin başına geçen Ertuğrul, yerli yazarları yüreklendirmesiyle, izleyiciye sunduğu çağdaş çeviri oyunlarla, sahneleme, oyunculuk ve dekor kullanımında güncel anlayışı yerleştirmesiyle, yetişmelerine katkıda bulunduğu kadın ve erkek oyuncularla bugünkü Türk tiyatrosunun temellerini attı. Eğitim görmüş tiyatrocuların yetişmesinde büyük hizmet vermiş olan Ankara Devlet Konservatuvarı ise, Musiki ve Temsil Akademisi’nin bir bölümü olarak açıldı. Burada, ilk mezunların çıktığı 1941’de Tatbikat Sahnesi oluşturuldu. Bu hazırlık aşamalarından sonra da 1949’da Devlet Tiyatroları resmen kuruldu. Türk oyun yazarlığında Cumhuriyetin ilk 30 yılında ağırlık kazanan eleştirel gerçekçi yaklaşım etkisini günümüze değin sürdürdü. 1950’lerden çok partili döneme geçildiğinde devlet yönetimine ilişkin siyasal sorunlarda tiyatro Sahnesinde gündeme getirildi. Aynı zamanda, toplumsal sorunları yansıtma aşamasından, bu sorunların kaynak ve nedenlerini irdeleme aşamasına geçildi. Bu dönemde Türk tiyatrosu yeni yazarlar kazandı. [2]
Birçok tiyatrocunun, yönetmenin ve senaristin bir araya gelerek kurduğu Uluslararası Tiyatrolar Birliği yani International Theatre Institute (ITI) tarafından 1961 yılında ilan edilen Dünya Tiyatrolar Günü, her yıl 27 Mart’ta ITI ve dünya çapındaki tiyatrolar tarafından kutlanılmaktadır.
Perdeler bu kez kapalı
Uluslararası kutlamalardaki en büyük etkinliklerden biri ise, dünya çapında yeteneğini kanıtlamış bir yönetmenin veya bir tiyatro oyuncusunun ya da bir yazarın yazdığı bildirgenin yayınlanmasıdır. Bu bildirgenin ilk yazarı ise Joan Cocteau’dur. Ülkemizde tiyatro ile ilgili ilk ulusal bildiriyi, yaşamını Türk tiyatrosuna içtenlikle adamış olan Muhsin Ertuğrul yazmıştır.
Bugün ise, Koronavirüs salgını nedeniyle tiyatroların kapatıldığı bu dönemde 27 Mart Dünya Tiyatro Günü’nde, bu yıl bildiriler basında ve internette paylaşılacak, ancak perdeler yeniden açıldıktan sonra gelenekselleşmiş şekliyle sahnelerden okunabilecek.
Bu önemli gün, insanın kendiyle temas ettiği bu sanat dalını insanlara unutturmamak adına gayret etme amacını taşır. Bu amacı sadece gönüllülerin değil, yetkileri elinde bulunduran siyasilerin de paylaşması, bu bağlamda devletin kültür izlencesi kapsamında yer alması gereken en önemli girişimi, yetişme çağında olan gençleri tiyatro eyleminin içine katmak olmalıdır. Çünkü tiyatro yaşamın bir parçasıdır. Yaşamı sergiler… Yaşama sevincini yaratır. Geçmişi, günümüzü, geleceği anlamamıza yardımcı olur. Tiyatro; sorunlarımıza ışık tutar. Tiyatro, insanlar arasında halkın içinden doğmuş bir sanattır.
“Tiyatro bir şehrin ocak başıdır. Orada en güzel masallar söylenir, en gerçek sözler duyulur.”
ILGAZ
GALİP
27.03.2020
[2] https://www.bilgicik.com/yazi/cumhuriyet-donemi-turk-tiyatrosu-tiyatro/
Yorum Ekle