Üçüncü Yol 1919

ULUSAL EGEMENLİK ve BUGÜNÜN BİLİM KAVGASI

Tarihi günler yaşıyoruz. Bir virüsün tüm dünyayı etkisi altına aldığı günler… Ve bugün, tarihimizin en büyük dönüm noktasını yâd ediyoruz biraz buruklukla da olsa.

Tam da 100. Yılında ilk kez bu bayram sokaklar, çocuklarımızın cıvıl cıvıl sesleriyle şenlenmedi. İlk kez o en güzel kıyafetlerini giyip okulda, parkta, bahçede, sokakta gönlünce eğlenemediler. Ama evler her zamanki gibi süslendi, Atatürk’ün çocukları yine 23 Nisan şiirleri ezberledi ve tüm Türkiye’nin evden çıkamadığı günlerde yüzünü gülümsetti. Sıra dışı, buruk ama değerinin daha iyi anlaşılacağını düşündüğümüz bir bayram…

Daha iyi anlaşılacak, çünkü tüm dünya virüse karşı bilim ve fen alanlarında kavga verirken, bundan 100 yıl önce temelleri atılmış bağımsızlık ve egemenlik kavgasından Türk milletine çıkacak motivasyona ve mücadele azmine ihtiyaç duyduğumuzu düşünüyoruz. Gelin, bir asır öncesine, memleketin işgal altında olduğu günlere kısa bir şekilde dönerek anımsayalım ulusal egemenliğin nasıl kazanıldığını.

1.Dünya Savaşı ile birlikte Osmanlı çözülme sürecine başlamış, Anadolu’da işgal başlanmıştı. İşgalin en büyük etkisi İstanbul’un teslim alınmasıyla yaşanmıştı. Dönemin Sultanı Vahdettin ve Damat Ferit Hükümeti, işgale direnmiyor ve İstanbul’da İngilizlerin baskısıyla her istenileni yapıyordu. Bu sırada kendisini Çanakkale’de Türk milletine ispatlamış, dünyada büyük yankı uyandırmış Anafartalar Kahramanı Mustafa Kemal, Anadolu’ya geçip kongreler düzenleyerek, işgale direnen tüm birlikleri tek bir çatı altında toplamaya çalışıyordu. İngilizler bundan tabi ki rahatsızdı. Bu rahatsızlığı Saray’a iletiyor ve Anadolu’da Mustafa Kemal öncülüğünde başlayan bu mücadelenin bastırılması için baskı yapıyordu. İngiliz’e yaranmak için istekler geri çevrilmiyor ve “Mustafa Kemal’in arkasından giden Kuvvayı Milliyeciler isyankâr olarak addedilecektir” diye fetvalar yayımlanıyordu. Öyle ki bu fetvada Kuvvacıların öldürülmesinin Allah katında uygun olduğu ve bunlarla çatışmayanların da aynı şekilde cezalandırılacağı yazıyordu. Damat Ferit, ordu içerisinde Kuvvayı İnzibatiye birliği kurdurarak Kuvvacıları tutuklatmaya çalışıyor, onlarla çatışılması için emirler veriyordu. Sırayla milli mücadeleye katılan komutanlar ve halka öncülük edenler hakkında idam kararları çıkartılıyordu. Kutsal yurdun toprağına değen düşman postalları yetmiyor, Saray’ın İngilizlerle birlikte yürüttüğü “direnişe karşı direnişle” de mücadele ediliyordu.

İşte bu zorluklarla, boyunlarında idam fermanıyla bağımsızlık ve egemenlik savaşı veriliyordu. Saray’ın ihanetleri tek bir gerçeği ortaya koyuyordu. O gerçek şuydu: “Milletin istiklalini, yine milletin azim ve kararı kurtaracaktı.”  (Bkz. Amasya Genelgesi)

Kendi bağımsızlığı için yine kendi savaşan millet, Erzurum’da ilk kez milli bir “Temsil Heyeti” kurmuş ve bu heyet 23 Nisan 1920’de Ankara’da Büyük Millet Meclisi’nin kurulmasına öncülük etmişti. O gün, ot bitmeyen topraklarda, bozkırın ortasında Milli İrade yeşermişti. Daha sonra bu meclis 1923 yılında ilan edilecek Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin temel yapıtaşı olacaktı. Meclis kurulduktan 4 ay sonra Anadolu’da bağımsızlık savaşı sürerken, İtilaf Devletleri, Damat Ferit Hükümeti’ne Sevr Antlaşması’nı imzalatmıştı. Bu antlaşmayla birlikte Anadolu toprakları işgal kuvvetlerince bölge bölge paylaşılmış, Türkler’e karaya sıkışacak, denizlerdeki etkinliği kırılacak şekilde Orta Anadolu’da verimsiz bir miktar toprak bırakılmıştı. İhanet giderayak perçinlenmiş ve Damat Ferit Hükümeti Türk milletine son darbesini vurmuştu. Fakat Mustafa Kemal ve “Büyük Millet Meclisi” önderliğinde yürütülen bağımsızlık mücadelesi başarıyla sonuçlanmış, Sevr bir daha gündeme dahi gelemeyecek şekilde yırtılmış, işgalci ülkeler Lozan’ı imzalamak zorunda bırakılmıştı.

Türk milleti, egemenliğini zorla almıştı. Başka çaresi de yoktu. Ve bunları, onlarca yıl süren savaşlar sonrasında bitap düşmüş bir halde, yokluklar içerisinde, salgın hastalıklarla boğuşarak yapmıştı. Ulusal egemenlik ve bağımsızlık işte bu şartlarda kazanılmıştı. Millet ne saray ne sultan ne şeyhülislam ne halife ne fetva dinlemişti. Onların bağımsızlık aşkı, bu topraklarda büyüyecek her çocuğa en güzel ders ve hediye niteliğindeydi.

*

İşte, geçmişten kalan miras bu denli büyüktür bizlere.

Fakat kavga bitmemiştir.

Ulusal egemenliğin simgesi, ülke yönetiminde sonsuz ve tek söz sahibi, Bağımsızlık Savaşı yönetmiş Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM)’nin çoğu yetkisi bugünlerde elinden alınmıştır. Uğruna binlerce can verilen bu Meclis’in üstünde bir güç yaratılmaya çalışılmış ve ülke yönetiminde bu güç egemen olmaya başlamıştır. Bu gücün adı da “Partili Cumhurbaşkanlığı Sistemi”dir. Bu sistemi getiren ve 18 yıldır yönetimde olan siyasi iktidar, artık ülkeyi neredeyse tek başına yönetmektedir. Üstüne üstlük “Partili Cumhurbaşkanlığı”nı benimseyenler “Ulusal Egemenlik”ten bahsedip  yetkilerini elinden aldıkları Meclis’in kuruluş yıldönümünü kutlama mesajları vermektedir. Yeniden Osmanlıcılık anlayışını benimseyip yetkileriyle sultana, saray hayatına özenen mevcut anlayışın, bugün ulusal egemenliğin öneminden bahsetmesi ne kadar tutarlıdır? Atatürk’le ve Cumhuriyet’in kazanımlarıyla da her fırsatta hesaplaşmaya çalışanların bu gibi özel günlerde Atatürk’e ve milli iradeye sarılması göz ardı mı edilecektir?

İşte bugün sürmesi gereken mücadele, TBMM’nin üzerinden bu sistemin geri çekilmesini sağlamak olmalıdır. Gücünü doğrudan doğruya ulusal egemenlikten alan TBMM yeniden eski gücüne kavuşmalıdır. Ulusun tüm unsurlarının temsil edildiği ve gerçek dertlerinin konuşulduğu TBMM ortamı yeniden sağlanmalıdır. Aksi takdirde bırakılan bu kutsal mirasa tarih önünde sahip çıkılmamış sayılacaktır.

*

Bugün bir başka verilmesi gereken mücadele daha vardır.

Onun adı da AKIL VE BİLİM mücadelesidir.

Dünyanın geldiği nokta, salgın hastalıklarla ilgili gelişmeler, teknolojik ve biyolojik savaşlar, doğal kaynak rezervlerine ve denizlere egemenlik, kültürel var olma çabaları eğer iyi okunabilirse, ulusal egemenliğin sürdürülebilmesi yalnız akıl ve bilimin ışığında sağlanabilecektir. Türkiye Cumhuriyeti, çağdaş medeniyetler seviyesine ancak bu emellerle yeniden yükselebilecektir. Ve bu mücadele her şeye, herkese ve her sınıfa rağmen verilmelidir. Aklın, bilimin, sanatın, fennin önünde geçmişte olduğu gibi ne saraylar ne sultanlar ne ordular ne harpler ne afetler ne de küresel salgınlar durabilecektir.

Bugünlerde yaşanan küresel salgınla mücadelede görüldüğü gibi, ancak ve ancak akıl ve bilim mücadelesinin verildiği bir ülkede bilim insanları siyasetin alt perdesinde kalmayacaktır. Ülke yönetiminde bilimin ışığından faydalanılacaktır.

*

Türk çocukları, şanlı tarihinin huzurlu ve koyu gölgesinde uyuyakalmadan, tembelleşmeden aklın ve bilimin peşinden giderek, kayıtsız şartsız ulusal egemenliği savunarak büyümelidir. Büyüyecektir. Ebedi Başkomutan Mustafa Kemal Atatürk’ün gösterdiği hedef budur.

Ondandır yeni dillenen bebelerin ağzındaki bayram şiirleri. Ondandır 23 Nisan’da her çocuğunun ruhunda şahlanan ulusal egemenlik nuru. Ondandır ay ve yıldız ayrı bir parlar gökyüzünden bu topraklara, aynada kendine bakarmışçasına…

*

Bugünleri bizlere coşkuyla yaşatan, motivasyonumuzu ve mücadele azmimizi perçinleyen, ulusal egemenliği ve bağımsızlığı miras bırakan, bu uğurda canlarını hiçe sayan atalarımızın, şehitlerimizin ve Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün aziz ruhları önünde saygıyla eğiliyor ve onları her 23 Nisan’da çocuklaşan ruhumuzla sevgiyle anıyoruz.

Hep yaşasın 23 Nisan!
Var olsun ulusal egemenlik!

Mehmet Anıl PARLAK
23.04.2020
(100.Yıldan)

Mehmet Anıl Parlak

1 Yorum

Bir Cevap Yazın

Follow us

Don't be shy, get in touch. We love meeting interesting people and making new friends.

Most popular

Most discussed

Üçüncü Yol 1919 sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et