Birleşmiş Milletler öncülüğünde 27-29 Nisan tarihleri arasında İsviçre’nin Cenevre kentinde gerçekleşen gayr-ı resmi beşli konferans, Kıbrıs sorunu müzakereleri tarihinin geçmişteki örneklerine benzer şekilde tarafların mutabakata varamamasıyla sona erdi. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC), Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) ve 1960 Londra ve Zürih Antlaşmalarına göre garantör devletler olan Türkiye, Yunanistan ve İngiltere’nin katılımıyla düzenlenen konferanstan bir “mutabakat” zemini oluşması zaten beklenilmiyordu. Zira, daha konferans başlamadan konferans katılımcısı devletlerin özellikle Yunanistan-GKRY ikilisi ile Türkiye-KKTC ikilisinin konferansa ilişkin görüş ve gündeme getirecekleri önerilerinin birbirinden çok farklı olduğu belliydi.
Öte yandan konferansa Avrupa Birliği’nin katılması talebini gündeme getiren Yunanistan ve GKRY, AB’yi Kıbrıs Sorunu’nun bir tarafı olarak müzakere masasına oturtmak isteyerek stratejik bir hamle yaptı. Buradaki amaç bir ölçüde Türkiye-AB ilişkilerini de masaya koymak ve böylece Türk tarafına baskı yapmaktı. Ancak Türkiye ve KKTC’nin ısrarları üzerine AB, konferansa davet edilmedi [1].
Konferansın temel ana gündem maddesi, 2017’de Crans Montana’da Yunan-Rum ikilisinin masayı devirmesinin üzerinden geçen dört yıl zarfında tarafların Kıbrıs Sorunu’na ilişkin politikalarını yeniden deklare etmeleriydi. Yunan-Rum ikilisi ile İngiltere konferansta söylemsel pozisyonlarını dört yıl önce olduğu gibi korumaya devam ettiler. Ancak, KKTC tarafında, Crans Montana’dan farklı olarak federasyoncu görüşleriyle bilinen Mustafa Akıncı yerine “İki devletli çözüm” teziyle Ersin Tatar ve ekibi vardı. Bu bağlamda konferansın Kıbrıs Türk tarafının yeni önerilerini sunması için bir “platform” görevi gördüğünü söylememiz gerekir.
Konferansta Yaşananlar
Konferans temelde iki tarafında kendi tezlerini anlattıkları bir toplantı havasında geçti. GKRY ve Yunanistan, geçmişteki tezlerini tekrar ederek, federasyondan yana olduklarını ifade ederken bu federasyonun nasıl ve hangi şartlarla kurulacağına ve teorik ve pratik içeriğine dair hiçbir detaylı açıklama yapmadılar. Sadece “federasyon”un BM parametresi olduğuna ve AB’nin de bu çözümü desteklediğine değindiler. Garantör devletlerden İngiltere ise, konferansın başlamasından birkaç gün önce İngiliz medyasında çıkan haberlerin aksine, Kıbrıs Türk Halkı’nın egemen eşitliğinin tanınmasına veya KKTC’nin tanınmasına ilişkin hiçbir tez ve söylem geliştirmedi. KKTC Dışişleri Bakanı Tahsin Ertuğruloğlu’nun da ifade ettiği üzere, İngiltere kendi çıkarları ve adadaki egemen üslerini korumak uğruna (Dikelya ve Akrotiri’deki egemen üsler) Rum tarafının Kıbrıs’ın tek meşru temsilcisi olarak tanınmasına destek vermeyi sürdürdü [2].
Öte yandan KKTC tarafı ise masaya yeni önerilerle geldi [3]. KKTC tarafından konferans sırasında BM Genel Sekreteri Antonio Guterres’e sunulan 6 maddelik öneri mektubu özetle şu önerileri içeriyordu:
1-) Genel Sekreter, Güvenlik Konseyi’nin iki tarafın eşit uluslararası statüsünün ve egemen eşitliğinin güvence altına alındığı bir kararı kabul etmesi için inisiyatif alacaktır. Böyle bir karar, mevcut iki Devlet arasında iş birliğine dayalı bir ilişki kurulması için yeni bir temel oluşturacaktır.
2-) Yukarıda belirtilen düzenlemeyle iki tarafın eşit uluslararası statüsü ve egemen eşitliği sağlandıktan sonra, BM Genel Sekreteri himayesinde karşılıklı olarak kabul edilebilir bir iş birliği anlaşması oluşturmak için sonuç odaklı ve belli bir zaman aralığına dayalı müzakerelere başlayacaklardır.
3-) Müzakereler, iki bağımsız Devlet arasındaki gelecekteki ilişkilere, mülkiyet, güvenlik ve sınır düzenlemesinin yanı sıra AB ile ilişkilere odaklanacak.
4-) Müzakereler, Türkiye, Yunanistan ve İngiltere’nin yanı sıra uygun olduğu hallerde, gözlemci olarak AB tarafından desteklenecektir.
5-) Herhangi bir anlaşma bağlamında, iki Devlet karşılıklı olarak birbirini tanıyacak, üç Garantör Devlet bunu destekleyecektir.
6-) Bu müzakereler sonucunda varılacak herhangi bir anlaşma, iki Devlette ayrı olarak eşzamanlı referandumlarda onaya sunulacaktır.
Türk tarafının masaya getirdiği önerilere ilişkin Rum-Yunan ikilisinin göstereceği reaksiyon aslında en başından beri biliniyordu. Özellikle Yunan ve Rum yetkililer tarafından konferans öncesinde yapılan açıklamalarda “Türk tarafının iki devletli çözüm önersiyle masaya oturmasının mutabakat zeminini baltalayacağını ve olası bir çözümün önüne geçeceği” söylemi, temel anlamda Rum ve Yunan ikilisinin Kıbrıs’ta bir çözüme en başından itibaren kapılarını sıkı sıkıya kapatacağını gösteriyordu. Bunun da temel sebebi özünde Yunan-Rum ikilisinin adadaki mevcut durum (status-quo)’u Kıbrıs Türk Toplumu’nun egemen eşitliği ve devletinin tanınmasına tercih etmesinden kaynaklıdır. Her ne kadar bugün GKRY, Kuzey Kıbrıs’ı Türkiye işgalinde bir bölge olarak lanse etsede en nihayetinde bugün uluslararası kamuoyunda Kıbrıs’ta tanınan tek devlet “Kıbrıs Cumhuriyeti” adını istismar ederek kullanmaktadır. Rumlar, bu şekilde yıllarca “işgale maruz kalan mağdur toplum” rolünü oynamış, uluslararası dünyanın kendilerini “resmi bir devlet” olarak tanımasının verdiği imkanlarla Kıbrıs Türklerinin ada üzerindeki haklarını gasp etmeye ve onları uluslararası camiada yalnızlaştırmaya devam etmişlerdir.
Müzakere Zemini Yok
BM Cenevre Ofisi, toplantı öncesinde toplantının amacını “Yakın gelecekte Kıbrıs sorununa kalıcı çözüm bulmak için tarafların ortak zemininin olup olmadığını belirlemek” olarak açıklamıştı [4]. Ancak toplantıda yaşananlardan ve tarafların açıklamalarından anlaşılan o ki, bu şartlar altında Kıbrıs Sorunu’na dair bir mutabakata varılması için zemin oluşması dahi zor görünüyor. Özellikle BM Genel Sekreteri Guterres’in 2-3 ay içerisinde yeni bir 5+1 görüşmesi yapılmasını düşündüğünü söylemesi üzerine, Rum tarafının Maraş ve Türk tarafının hidrokarbon araştırma faaliyetlerini durdurmaması halinde toplantıya katılmayacağını söylemesi, Rum-Yunan ikilisinin Kıbrıs hakkındaki takıntılı duruşlarını ortaya koymakta. Üstüne üstlük Kıbrıs Rum Lideri Nikos Anastasiadis’in Paskalya Bayramı kutlama mesajında Kıbrıs Türklerinin kendi vatandaşları olduğunu iddia ederken KKTC ve Türkiye’nin önerileri hakkında “küstahlığa şahit olduk” ifadelerini kullanması ve Kıbrıs Türklerinin egemenlik hakkının gündeme getirmesini eleştiri konusu yapması, Kıbrıs Rum liderliğinin Kıbrıs Türk Halkı’nın irade ve haklarına yönelik umursamaz tavrının sürdüğünü gösteriyor.
KKTC’deki Federasyoncu Kesimden Gelen Tepkiler
Bu şartlarda KKTC’de ise muhalefet, Türk tarafının Cenevre’de gündeme getirmiş olduğu “iki devletli çözüm” önerisini eleştirerek “daha önce elde edilen kazanımların kaybedilebileceği” iddiasında bulunuyor. Federasyoncu kesimin bazı isimlerinin özellikle Rum tarafı ile benzer bir dil kullanarak “BM parametrelerinin ihlal edildiği” iddiasını dile getirmesi de ayrıca dikkat çekici bir unsur.
Öte yandan Cenevre’ye KKTC’den giden müzakrere heyetinin yanında KKTC’deki muhalefet partilerinin liderleri de bizzat Cumhurbaşkanı Ersin Tatar tarafından Cenevre’ye davet edildi. Demokrat Parti ve Halkın Partisi dışındaki muhalefet partilerinin liderleri Cenevre’ye hareket giderken DP ve HP de çeşitli sebeplerle temsilcilerini Cenevre’ye göndermek durumunda kaldı.
Ancak muhalefet partileri, konferans sürecinde Kıbrıs Türk müzakare heyetinin kendileriyle görüş alış-verişinde bulunacaklarını söylemesine karşın görüş ve önerilerine başvurulmadığını ve konferansa dair yetkililer tarafından yeterince bilgilendirilmediklerini ifade ederek konferans heyetini eleştirdiler.
Anastasiadis’in Başının Üzerinde Hrisostomos’un Kılıcı
Öte yandan Kıbrıs Rum siyasetinde Anastasiadis’in çok da rahat olmadığının altını çizmek gerekiyor. Kıbrıs Rum Ortodoks Kilisesi Başpiskoposu II.Hrisostomos’un geçen yılın Aralık ayında Güney Kıbrıs’ta yayın yapan Politis Gazetesi’ne verdiği beyanatta “Anastasiadis, bana iki devletli çözümden bahsetti, karşı çıktım” diyerek ile Anastasiadis’i adeta Rum kamuoyunun önüne atması, Rum liderin üzerindeki baskıyı arttırmış durumda [5]. Anastasiadis, Hrisostomos’un iddialarını açıkça reddetmesine karşın üzerindeki algıyı henüz tam anlamıyla kırabilmiş değil. Rum muhalefeti tarafından Türkiye ve KKTC’ye karşı daha sert politika seyretmemekle suçlanan Rum liderin, GKRY’nin geçmişteki söylemsel pozisyonunu korumaya devam edeceği anlaşılıyor. Aksi takdirde kendisinin Rum kamuoyunda “Kıbrıs Helenizmi’ne ihanet etmekle” itham edileceğinin farkında.
Sonuç
Konferanstan hemen sonra GKRY ve Yunanistan, konferansta Türk tarafının “BM parametrelerini ihlal ettiği” iddiasıyla uluslararası kamuoyunda propaganda faaliyetlerine başlamış durumdalar. Anastasiadis, BM Güvenlik Kurulu üyelerine ve AB üyesi devlet başkanlarına mektup göndererek, uluslararası kamuoyunun desteğini elinde tutmayı hedefliyor. Ancak Rum basınında geçtiğimiz günlerde çıkan ve Anastasiadis’in sözcüsü Kusios’a dayandırılan habere göre Rum lider, BM Genel Sekreteri Guterres’e gönderdiği mektupta, Haziran ayında yapılacak olan ve Türkiye-AB ilişkilerinin gözden geçirilmesinin planlandığı Avrupa Konseyi toplantısı öncesinde KKTC Cumhurbaşkanı Tatar ile Guterres’in de katılımıyla bir görüşme yapabileceğini belirtti [6].
Anastasiadis’in bu toplantıyla neyi amaçladığını ve Rum-Yunan ikilisnin Türk tarafına karşı izlemekte olduğu politikanın ne yönde ve nasıl şekilleneceğini ise zaman gösterecek.
Kıbrıs Sorunu, Türk Ulusu ve Kıbrıs Türk Halkı için bir ulusal davadır. Bu ulusal davaya yarar sağlayacak her türlü söylem ve eylem desteklenmeli, Türk tarafının hak ve menfaatleri en etkin şekilde korunmalıdır. Ancak zamanında AB’ye girmek hayaliyle, Güney Kıbrıs’ın AB’ye girme müzakarelerini sürdürmesine izin veren ve “Kıbrıs’ın temsilcisi ve tek meşru devleti sıfatıyla” olarak göz göre göreAB’ye girmesine ortam hazırlayan, 2004’te KKTC’nin varlığına karşı hazırlanan Annan Planı’na destek vererek, plana karşı çıkan KKTC Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş ve Denktaş gibi vatanseverleri pasifize etmeye çalışarak, onları “statükoculukla” ve “barış karşıtlığıyla” itham ederek, TÜSİAD’lara ve benzeri liberal çıkar gruplarına tam sayfa “Evet” ilanları verdirerek, KKTC’nin kuruluşuna en baştan beri karşı çıkan Mehmet Ali Talat’ı “barış güvercini” olarak sunarak, sözümona “Kıbrıs Sorununu çözmeye çalışan” zihniyetin bugün KKTC’yi dünyaya tanıtma konusunda ne kadar “samimi” olduklarını önümüzdeki süreç gösterecek. Ancak şu kabul edilmelidir ki, emperyalizmin icazet ve telkiniyle hareket eden bir zihniyet, ulusal çıkarları önceleyen ve koruyan bir anlayışa sahip olamaz. İşte bu da Kıbrıs Sorunu’nun, Kıbrıs Türk Halkı’nın varlığını ve çıkarlarını koruyacak şekilde çözümünü imkansız kılar.
Dış politika anlayışını hamasi söylemlerle şekillendiren,dış politikaya dair meseleleri iç politikaya malzeme eden bir anlayışın ilkeli ve ulusal menfaatleri koruyan bir politika geliştirmesi olanaksızdır. Bu anlayışın benimsediği söylem tarzının ulusal menfaatlerimize sadece ve sadece zarar vereceğini iyi bilmek mecburiyetindeyiz. Geçmişte, “aktif dış politika” adı altında sırf iç politikada prim yapmak ve toplumun bir kesiminin desteğini almak uğruna Yeni-Osmanlıcı söylemleri benimseyenlerin, ulusal ve gerçek menfaatlerimiz söz konusu olduğunda oldukça pasif davranmasının sebebi, temelde ulusal menfaatleri korumaya dair hiçbir amaç ve planlarının olmamasından kaynaklıdır.
Üstüne üstlük bugün, bu zihniyetin ulusal menfaatleri öncelemeyen bu tavır ve söylemleri Türkiye’nin Mavi Vatan’da, Kıbrıs’ta ve daha birçok bölgede çıkarlarına aykırı bir hareket olduğunda ve Türkiye bu çıkarlarını korumak istediğinde “Osmanlı’yı diriltmeye çalışıyorsunuz” propagandası ve suçlamasıyla ülkemizi karşı karşıya bırakmaktadır. Elbette Türkiye, bu propaganda ve suçlama karşısında haklarından ve bölgesel çıkarlarından vazgeçmeyecektir ve vazgeçememelidir. Ancak hiçbir tutarlılığı olmayan, içi boş hamasi söylemlerin ulusal çıkarların önüne konulmasına ve ülkemizin çıkarlarına düşman ülkelerin bu söylemleri istismar etmesine de müsaade edilmemelidir. Türkiye ve KKTC’nin ulusal çıkarları neyi gerektiriyorsa o yapılmalı ve bu çıkarlar uluslararası hukukun öngördüğü metodlarla savunulmaya devam edilmelidir. Aksi takdirde geçmişte olduğu gibi gelecekte de Türk Ulusu ve Kıbrıs Türk Halkı’nın hak ve menfaatleri zarar görmeye devam edecektir.
Ali ERGENDEDEOĞLU
Üçüncü Yol Kıbrıs Temsilcisi
Kaynakça:
1-) “BM AB’yi Cenevre’ye Davet Etmedi” – Kıbrıs Gazetesi -22.4.2021 – https://www.kibrisgazetesi.com/rum-basini/bm-abyi-cenevreye-davet-etmedi-h110742.html
2-) “Tahsin Ertuğruloğlu: “İngiltere, bizim hatırımıza Rum tarafıyla başını derde sokacak politikaları gündeme getirmez” – Kıbrıs Postası – 3.5.2021 – https://www.kibrispostasi.com/c35-KIBRIS_HABERLERI/n376355-tahsin-ertugruloglu-ingiltere-bizim-hatirimiza-rum-tarafiyla-basini-derde-sokacak-politikalari-gundeme-getirmez
3-) “Cenevre görüşmeleri: KKTC Cumhurbaşkanı Tatar Kıbrıs’ta çözüm için 6 maddeden oluşan öneri sundu” – Euronews Türkçe – 28.4.2021 – https://tr.euronews.com/2021/04/28/cenevre-gorusmeleri-kktc-cumhurbaskan-tatar-k-br-s-ta-cozum-icin-6-maddeden-olusan-oneri-s
4-) “Kıbrıs’ta taraflar çözüm için 4 yıl sonra Cenevre’de bir araya geliyor: Görüşmelerden ne bekleniyor?” – Euronews Türkçe – 26.4.2021 – https://tr.euronews.com/2021/04/26/k-br-s-ta-taraflar-cozum-icin-4-y-l-sonra-cenevre-de-bir-araya-geliyor-gorusmelerden-ne-be
5-) Başpiskopos Hrisostomos: “Anastasiadis bana iki devletli bir çözüm istediğini söyledi”- 28.12.2020 – iefimerida.gr – https://www.iefimerida.gr/kosmos/kypro-arhiepiskopoy-anastasiadis-lysi-dyo-kraton
6-) “Anastasiadis üçlü görüşme istedi Kaynak: Anastasiadis üçlü görüşme istedi ” – Yeni Düzen – 14.5.2021 – https://www.yeniduzen.com/anastasiadis-uclu-gorusme-istedi-140183h.htm
Yorum Ekle