– Dünyada yeni kurulmaya başlayan moleküler biyoloji dalının ilk profesörlerinden biri oldu.
– DNA sarmalının çözelti içinde o biçimde nasıl durduğuna açıklama getirdi.
– P.A.M.Dirac’in de üzerinde uğraştığı ancak çözümleyemediği bir problemi, “Kuantum Mekaniği”nde, Hilbert uzayının topolojisi ve içerdiği yüksek simetrileri çözdü. Böylece Kimya bilimini bu topolojik inceleme ile sağlam bir temele oturttu.
– 50 yıldır çözülemeyen bir matematik kuramını bilim dünyasına kazandırarak 28 yaşında “tam profesör” unvanını aldı. (1963)
– 20. yüzyılda Yale Üniversitesi’nde bu sanı kazanan en genç öğretim üyesi olmayı başardı.
– Almanya’nın en yüksek “Aleksander von Humboldt Bilim Ödülü”nü ilk kazanan kişi oldu. (1973)
– Japonya’nın “Uluslararası Seçkin Bilimci Ödülü”nü kazandı. (1975)
– Özel kanunla Oktay Sinanoğlu’na ilk ve tek Türkiye Cumhuriyeti Profesörü ünvanı verildi. (1975)
– Amerikan Bilim ve Sanat Akademisinin ilk ve tek Türk üyesidir.
– Meksika hükümeti tarafından yüksek Bilim Ödülü “Elena Moshinsky” ile ödüllendirildi.
***
Prof Dr. Oktay Sinanoğlu’nu kaybettik.
Özellikle 15-20 yaş aralığı, “Güzel şeyler olacak” diye dayatılan “the süreç”e denk gelen arkadaşlarımız pek tanıyamamış olabilir O’nu…
Birçok kişi de son zamanlarda hiç görmemiş, duymamıştır.
Neden?
Çünkü gerçekten aydındır. Bilim adamıdır.
Batı’nın Türklere karşı olumsuz tüm tezlerini sözleriyle, düşünceleriyle hatta varlığıyla çürütmüştür.
Modern çağın “Orhun Anıtı”dır kendisi.
Bunu sakın birileri “ırk” ekseninde algılamasın.
Mesele “kültürel” aktarımdır.
Mesele okuduğunda, yaşadığın dönemi anlamanı sağlamasıdır.
Bir aydının ülkesinin değerlerine, vatanına karşı kendini sorumlu hissetmesidir.
Çok kişiyi rahatsız eder Oktay Sinanoğlu.
Yabancılaşma sevdalısını, yabancı dilde eğitimi kutsayanları rahatsız eder.
Çünkü dünyanın hiçbir yerinde “hazırlık sınıfı” olmadığını söyler. [1]
Olan bitenin, “250 Kelimelik tarzan İngilizcesi” ile “kendi yurdunda yabancı olmak” olduğunu ısrarla vurgular. [2]
Atatürk İlke ve Devrimlerinin(Kemalizm) üçüncü bir yol, hatta tek yol olduğunu bilir; birçok konuşmasında “sahte sol – sahte sağ” ayrımıyla ulusun ikiye bölünmeye çalışıldığının altını çizerek. [3] Halkına tepeden bakan sözde aydın tipi de pek hoşlanmaz Oktay Hoca’dan.
Çünkü mevcut eğitimin insanları aptallaştırdığını, bu eğitimi almayan kişilerin “algılarının daha açık” olduğunu söyler.
Okulda en çok hademelerle konuşmaktan keyif aldığını belirtir.
Onları odasında ağırlamaktan, onlarla çay içmekten duyduğu keyfi hissettirir cümlelerinde. [4]
Ne kadar “sıradan” değil mi? (!)
Yazı çok uzar gider.
Kısacası;
“Türk Aynştaynı”nı kaybettik.
“Türkçe giderse Türkiye gider” diyen Türk, geçip gitti aramızdan sonsuzluğa.
Ülkenin bölünme sürecinin cephanesi olan “Kültür emperyalizmi”nin panzehiriydi. O yüzden son dönemde “halkın ulaşamayacağı” yerlerde tutulmaya çalışıldı.
Peki amaçlarına ulaştılar mı?
Evet.
Ama kısa vadede.
Çünkü birilerinin ölümü bayramdır, ondan kurtulmak adına.
Birilerinin ölümü de bin doğumdur, bayramı getirir ölüp de doğduğu topraklara zamanla!
Mustafa Kemal Atatürk için iki ordu vardır.
Birisi “Askeri Ordu”.
Diğeri ise “Eğitim Ordusu”.
Onun için önemli olan eğitim ordusudur. Çünkü eğitim giderse askeri başarıların da bir anlamı kalmaz.
Biz o yüzden Mustafa Kemal’in askeriyiz.
O yüzden şimdi biz,
Mustafa Kemal’in en rütbeli -ki bu rütbeler halk, bilim, insanlık tarafından bahşedilmiştir- askerlerinden birinin önünde saygıyla eğiliyor, selam duruyoruz!
Çağdaş BAYRAKTAR
DİPÇE
[1] Oktay Sinanoğlu, Hedef Türkiye, sf 49,50
[2] a.g.e. sf 45
[3] a.g.e. sf 42,43
[4] a.g.e. sf 40
Yorum ekle